Ana içeriğe atla

Troya Antik Kenti, Troya Savaşı, İlyada ve Odysseia


Troya Savaşı, Troya Atı, Troyalı Helen ve Paris'in aşk hikayesi derken Troya Antik Kenti'ni bilmeyen yoktur. Bu yazıda, Çanakkale'de bulunan efsanevi Troya şehrinin izini süreceğiz.

Troya Antik Kenti'ne yürüme mesafesinde Troya Müzesi bulunuyor. Antik kentten çıkarılan eserler burada sergileniyor. Antik kentte çok fazla eser görmeniz mümkün değil. Bu nedenle müzeyi de mutlaka görmelisiniz. Ben de yazıda önce müzeyi, sonra antik kenti anlatacağım. 


Troya Müzesi 2018 yılında açılmıştır. Bu oldukça geç bir tarih. Fakat müzeyi gerçekten çok beğendim. Hem içinde yer alan eserler hem de bu eserler ile Troya’nın tarihine ilişkin detaylı açıklamalar çok başarılıydı. Yine, müze binası da güzel bir mimariye sahip. 


Yukarıdaki fotoğrafta Troya Müzesi’ndeki en dikkat çekici eser olan Polyksena Lahdini görmektesiniz. Bu harika lahit günümüzden 2500 yıl öncesine ait. 


Polyksena Lahdinin üzerinde birçok farklı konu anlatılmaktadır. Lahitin uzun kenarlarından birinde Troya Kralı Priamos’un kızı Polyksena’nın kurban edilmesi tasvir edilmiştir; ismini de buradan almaktadır. Yine, kısa kenarlardan birinde Polyksena’nın kurban edilmesinden sonrası annesi Hekabe’nin yas tutması tasvir edilmiştir.


Müzedeki önemli eserlerden bir diğeri Roma İmparatoru Hadrian'a ait bu heykel. Hadrian, M.S. 117-138 yılları arasında hüküm sürmüştür. İmparatorluğu esnasında, M.S. 124 yılında, Troya Antik Kenti'ni de ziyaret etmiştir. Troya, Homeros'un Troya Savaşı'nı konu alan İlyada ve Odysseia destanları sebebiyle o dönemlerde de meşhur bir kentti. Sezar da M.S. 48 yılında Troya'yı ziyaret etmişti. Troya Romalılar için ayrı bir öneme sahipti. Zira; Romalılar, Roma'nın kurucusu olan Romus ve Romulus kardeşlerin Troya düştükten sonra şehirden kaçan Aenas'ın torunları olduğunu, yani köklerinin Troya’ya dayandığını düşünmekteydi. 

Troya'yı ziyaret edenler yalnızca Romalılar değildi. Büyük İskender de M.Ö. 334 yılında Troya'yı ziyaret etmişti. Bu efsanevi savaş Anadolu ve civarındaki diğer medeniyetler için de önemliydi. Bu sebeple, Pers (İran) Kralı Kserkses de M.Ö. 480 yılında Troya'yı ziyaret etmiş, hatta Troya kahramanlarının anısına 1000 tane sığır kurban etmişti. 


Bu bir ostothek, yani kül kabı. Ölüler yakıldıktan sonra külleri ostotheklerin içinde saklanmaktaydı. 


Burada ise M.S.2. yüzyıla ait harika bir masa ayağı görmektesiniz. 


Yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz altın takılar da yine Troya Müzesi'nde sergileniyor. M.Ö. 6. yüzyılda böylesine ince bir zevkle işlenmiş takıların yapıldığını görmek gerçekten heyecan verici. 


Şimdi biraz da Troya Savaşı'ndan bahsedelim. M.Ö. 8. yüzyılda yaşayan Homeros, İlyada ve Odysseia adlı eserlerinde Troya Savaşı'nı anlatmıştır. Troya Savaşı, Homeros doğmadan 500 yıl önce gerçekleşmiştir. Bu arada Homeros Smyrna yani İzmir doğumludur. 

Troya Savaşı 10 yıl sürmüştür. İlyada’da, Troya Savaşı'nın 9. yılındaki 51 günlük bir zaman dilimi anlatılmaktadır. Destan, Akhilleus’un krala kızarak savaştan çekilmesi ile başlamakta, Hektor’un ölümü ile son bulmaktadır. Odysseia’da ise, Troya’nın meşhur tahta atının mucidi Odysseus’un Troya’dan memleketi Ithaka’ya dönüşü anlatılmaktadır. Yine, tahta atın hikayesi de Odysseia’da yer almaktadır.


Troya Müzesi’nde Homeros’un İlyada ve Odysseia destanlarına geniş yer verilmiş, savaşın aşamaları ve destanda adı geçen kahramanlara ilişkin bilgiler hem yazılı olarak hem de görsel tasvirlerle sunulmuş. Müzeyi bu açıdan da başarılı buldum. Zira; bu kısmı dikkatlice inceleyen biri Troya Savaşı’nı ve dolayısıyla bu destanların konusunu ana hatlarıyla kavrayabilir. Geniş anlatımın yanı sıra görsel tasvirler de bu bilgilerin daha iyi anlaşılmasını sağlıyor. 

Peki bu ünlü Troya Savaşı hangi sebeple çıkmıştır? Savaşın sebebi Troya prensi Paris’in Kral Menelaos’un karısı Helen’i Troya’ya kaçırmasıdır. Ancak bunun öncesi de var. Bunu da kısaca özetleyeceğim. 


Su perisi Thetis ve Kral Peleus’un düğününe çağırılmayan Nifak Tanrıçası Eris, üzerinde “en güzele” yazan altın bir elmayı ortaya atıp tanrıçaların bu elmayı almak için mücadele etmesine sebep olmuştur. Böylelikle, adına yakışır bir biçimde nifak tohumları ekmiş ve düğünü sabote etmiştir. 

Bu mücadeleye son vermek isteyen Zeus, elmayı yeryüzüne fırlatmış ve elma Troya prensi Paris’in önüne düşmüştür. Bu vesileyle Paris, bu elmayı almak isteyen Yunan Tanrıçaları Athena, Aphrodite ve Hera arasından bir seçim yapmak zorunda kalmıştır. Zeus’un karısı Hera ona bir krallık vadederken, Athena zafer vadetmiştir. 

Fakat Paris’in seçimi Aphrodite olmuştur. Bunun sebebi, Aphrodite’in kendisine dünyanın en güzel kadını olan Helen’i vadetmesidir. Böylece, Paris dünyanın en güzel kadını olarak Aphrodite'i seçmiş ve altın elmayı ona vermiştir. 


İşte Troya Savaşı, bu güzellik yarışması neticesinde Paris’in Sparta Kralı Menelaos’un karısı Helen’i Troya’ya kaçırması, Menelaos’un ise karısını geri almak için ağabeyi Miken Kralı Agamemnon’u ikna ederek Troya üzerine savaş açması ile başlamıştır. 


Her iki taraf da kendisine birçok müttefik toplamıştır. Yukarıdaki fotoğrafta savaşın taraflarının harita üzerindeki konumunu görebilirsiniz. Troya'ya destek verenler sarı ile Agamemnon ve Menelaos’a destek verenler gri ile gösterilmiştir. 

Homeros, Troyalılar’a karşı savaşanların tamamını Akhalılar olara isimlendirmiştir. Haritadan da görüleceği üzere; Troya kenti bugünkü Çanakkale topraklarında yer almakta iken, Troya’ya savaş açan Akhalılar ise karşı kıyıdan, bugünkü Yunanistan topraklarından gelmektedir. 


Troya Savaşı'nın iki önemli kahramanı Akhilleus (Aşil) ve Hektor'dur. Hektor, Troya Kralı Priamos'un oğludur. Yine, Helen'i kaçırarak Troya Savaşı'nın çıkmasına neden olan Paris'in ağabeyidir. Akhilleus ise Akhalılar’ın ordusunda yer alan ve Troya’ya karşı savaşan efsanevi bir kahramandır. Kral Peleus'un oğlu olan Akhilleus’un annesi su perisi Thetis olduğundan Akhilleus yarı-tanrıdır. Annesi Thetis, Akhilleus’un ölümsüz olması için onu bebekken ölümsüzlük nehrinde yıkamıştır. Ancak onu sol topuğundan tutarak suya batırdığı için yalnızca buradan vurulduğunda ölecektir. Nitekim; Troya Savaşı'nda da sol topuğundan vurularak ölmüştür. 


Troyalılar tam 10 yıl direnmiş; şehri teslim etmemiştir. Ancak onuncu yılda Odysseus’un fikri ile bir tahta at yapılması ve Akhalılar’ın bu tahta at içerisine gizlenerek Troya surlarından içeri girmesi neticesinde Troya fethedilmiştir.

Odysseus demişken, onun hikayesinden de kısaca bahsetmek istiyorum. Çok zeki ve kurnaz bir adam olan Odysseus, Ithaka Kralı'dır. Ithaka, bugünkü Yunanistan toprakları arasında, İyon Denizi’nde bulunan bir adadır. 


Odysseus'un fikri ile tahta atın yapılması neticesinde 10 yıllık savaş sona erdiğinde herkes memleketine dönmeye başlamıştı. Odysseus da memleketi Ithaka'ya dönmek için yola çıksa da yolculukta başına bir çok talihsiz olay gelmesi sebebiyle dönüş yolculuğu tam 10 yıl sürmüştü. Yani, Troya Savaşı'na katılmak üzere memleketinden ayrılan Odysseus, Ithaka'ya tam 20 yıl sonra geri dönebilmişti. 

Odysseus'un başına gelen talihsizlikler bir tesadüf eseri değildi. Odysseus'un evine deniz yoluyla dönmesi gerekmekteydi ve Denizler Tanrısı Poseidon'u kızdırdığı için Poseidon onu denizde oradan oraya savuruyordu. Odysseia'da Odysseus'un bu 10 yıllık deniz yolculuğu anlatılmaktadır.


Yazının bundan sonraki kısmında antik kentte gördüğüm eserleri paylaşmak istiyorum. Troya, Çanakkale’de, Tevfikiye Köyü yakınlarında bulunmaktadır. Çanakkale’den Troya’ya dolmuş seferleri bulunduğundan, aracınız olmasa da ulaşım çok kolay. Fakat seferler çok seyrek olduğundan, bu yolu tercih edecekseniz planlamanızı yukarıda paylaştığım sefer saatlerine göre yapmalısınız. 


Bu yapı Troya’nın Bouleterion’u, yani Meclis Binası. Bu yapı ile ilgili bilgilendirme levhasında Grek-Roma dönemine ait olduğu dışında bir açıklama yer almıyor. Bu da zaten çok geniş bir aralık, bir anlam ifade etmiyor. Müzenin aksine, antik kentteki açıklamalar çok yetersiz.


Burası Troya’nın Odeion’u. Burada müzik dinletileri gibi etkinlikler yapılmaktaydı. Odeion’un, M.Ö. 124 yılında Troya’yı ziyaret eden Roma İmparatoru Hadrian’ın onuruna yapıldığı düşünülmektedir. 


Bu fotoğrafta ise Troya’nın surlarını görmektesiniz. Troya’nın surları 550 metre uzunluğundaydı. 


Troya’da ziyaretçilere açık tüm alanlarda güzel ve bakımlı ahşap yürüyüş yolları bulunuyor. Bu açıdan antik kenti gezmek keyifli ve kolay. Ancak üzülerek söylüyorum ki görülecek çok fazla eser bulunmuyor. Dünya çapında en çok tanınan antik kentlerden biri olan Troya’da kazı ve restorasyon çalışmalarının çok daha hızlı ilerlemesi gerektiğini düşünüyorum. Kazıların verimli geçmemesinde Heinrich Schliemann’ın antik kente verdiği zararın da etkisi var elbette.


Schliemann, antik kentte ilk kazı çalışmalarını yapan bir Alman. Ancak kendisinin amacı şehri keşfetmek ve gün yüzüne çıkarmak değil Troya’daki hazinelere ulaşmak olduğundan, bu topraklarda rastgele ve özensiz kazılar yapmış. Haliyle bu durum güncel kazılarda zorluklar yaşanmasına neden oluyor. 

Schliemann ilk kazı çalışmalarını kaçak olarak yapmış olsa da; daha sonrasında Osmanlı Devleti’nden gerekli izinleri almış ve tüm hayatı boyunca burada kazı yapmaya devam etmiştir. Schliemann, Troya’dan kaçırdığı eserleri Berlin Müzesi’ne vermiştir. 


Troya’da bulunan Athena Tapınağı Schliemann tarafından kazı çalışmalarının yapıldığı alanlardan biridir. Yukarıda fotoğrafını gördüğünüz motif bir zamanlar burada bulunan Athena Tapınağı’na aittir. Bu motif ve birkaç mermer parça dışında bu tapınağa ait başka bir iz bulunmuyor. İşin bu kısmı çok üzücü. 

Troya örneğinden de görüleceği üzere, Avrupalılar'ın Anadolu'daki antik kentlerdeki eserleri kaçırması konusunda kızarken, bu kazıların çoğunlukla Osmanlı'nın bilgisi ve izniyle yapıldığını unutmamanızı istiyorum. Tabii ki her bir antik kentte bulunan eser ait olduğu yerde sergilenmeli, bunu tartışmıyorum, fakat olayın bu yönünü de göz ardı edemiyorum.


Yukarıdaki fotoğrafta yer alan tabelada Athena Tapınağı'nın tahminen nasıl göründüğünü gösteren bir çizim görmektesiniz. Tapınağın bu halini görebilmeyi çok isterdim. 


Troya hakkında yazılacak ve söylenecek daha çok şey var. Bıraksanız sayfalarca yazmaya devam ederim ancak yazının da bir yerde bitmesi gerekiyor :) Bir sonraki yazıda görüşmek üzere!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Antik Yunan

Efes Antik Kenti Antik Yunan medeniyeti her zaman ilgimi çekmiştir. Benim için bu ilgiyi doruğa ulaştıran ve bu eserlerin peşinden şehir şehir gezmeme neden olan şey yıllar önce Efes Antik Kenti'ni görmek oldu. Bu nedenle benim için Efes'in yeri ayrıdır. Efes Antik Kenti İzmir'in Selçuk ilçesinde yer almaktadır. Oldukça geniş bir alana yayılmış olan Efes Antik Kenti tiyatro, tapınaklar ve diğer eserler ile muhteşem bir görsel şölendir. Görkemli bir geçmişi olan Efes, bu toprakların Roma İmparatorluğu tarafından fethedilmesinin ardından, Asya eyaletinin başkenti olmuştur. Efes'te inşa edilen Artemis Tapınağı dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilmektedir. İngilizler tarafından götürülen Artemis Tapınağı'nın parçaları British Museum'da sergilenmekte   olduğundan, tapınağın bulunduğu yerde birkaç sütundan başka bir şey görmeniz mümkün değildir. Yukarıdaki Antik Yunan haritasından da göreceğiniz üzere, Efes dışında daha başka birço

Laodikya Kilisesi ve Roma İmparatorluğu'nda Hristiyanlık

Bir önceki yazıda Denizli'de bulunan Laodikya Antik Kenti'nden bahsetmiş ve Roma İmparatorluğu döneminden kalan eserleri anlatmıştım. Laodikya Antik Kenti'ndeki yerleşim Roma İmparatorluğu'nda Hristiyanlığın yayılmasından sonraki dönemde de devam ettiğinden bu antik kentin bir de kilisesi bulunuyor. Bu dönemde yapılan ilk kiliselerden biri olan Laodikya Kilisesi'ni anlatacağım bu yazıda Roma İmparatorluğu ve Hristiyanlığın ilişkisinden de bahsedeceğim.   Bildiğiniz üzere; Antik Yunan devletlerinde ve devamındaki Roma İmparatorluğu'nda çok tanrılı bir din anlayışı mevcuttu. Bizim Yunan Mitolojisi olarak adlandırdığımız yapı aslında o dönemdeki inanç sistemini oluşturuyordu. Dolayısıyla, Yunan ve Roma döneminden kalan antik kentlerdeki kutsal mekanlar Zeus, Apollon, Artemis gibi tanrı ve tanrıçalara adanan tapınaklardır.  Laodikya Antik Kenti'nde de, bir önceki yazımda bahsettiğim, Apollon, Artemis ve Afrodit'e adanan, yukarıdaki fotoğrafta yer alan tapına

Sagalassos Antik Kenti&Antoninler Çeşmesi

  Geçen hafta paylaştığım yazıda bahsettiğim üzere, bu yazımda Sagalassos Antik Kenti'ni anlatacağım. Elbette, 1.700 metre yükseklikte yer alan ve çok geniş bir alana yayılan bu büyüleyici yerde geçirdiğim 3,5 saati her detayıyla anlatmam mümkün değil.  Sagalassos Burdur'un Ağlasun ilçesinde yer alıyor. Ağlasun adı da Sagalassos'un zaman içerisinde türetilmesi ile verilen bir isim. Antik kent yüksek bir dağın yamacında kurulu iken, Selçuklular Anadolu'ya geldiklerinde antik kentin aşağısında yer alan ovaya, bugünkü Ağlasun ilçesine yerleşmişlerdir.  Sagalassos Antik Kenti, bir Anadolu halkı olan Luviler tarafından kurulmuş ve M.Ö. 333 yılında Büyük İskender tarafından fethedilmiştir. M.Ö. 25 yılında ise Roma İmparatorluğu topraklarına katılmıştır. Burada bulunan yapıların çoğu Roma dönemine aittir. Sagalassos Antik Kenti 2009 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne alınmıştır.  Sagalassos, Roma İmparatoru Hadrian döneminde Roma İmaparatorluğu'nun Pisidia e

Salvador Dali'nin Evrenine Yolculuk

Salvador Dali yaşamı ve yapıtlarıyla beni kendisine hayran bırakan bir sanatçı. Bu nedenle onun doğduğu şehre gidip, onun kurduğu müzeyi görmek istedim. Salvador Dali, İspanya'nın Katalonya bölgesinde yer alan Figueres şehrinden. Dali Müzesi de yine bu şehirde bulunuyor. Figueres'e Barselona'dan trenle 1,5 saatte ulaşılabiliyor. Bu yaz Barselona'ya gittiğimde, oradan Figueres'e geçerek Dali'nin yaşadığı diyarı ve müzesindeki eserleri görme fırsatı buldum. Dali'nin müzesine doğru yürürken karşıma çıkan küçük bir meydanda buna rastladım, Dali! Müze girişine uzanan merdivenlerdeyim. Figueres çok büyük bir yer olmadığından yürüyerek müzeye ulaşmam zor olmadı.  Karşınızda Dali müzesi. Bu bina eskiden tiyatro binası olarak kullanılıyormuş. Bu dönemde Dali ilk sergisini yine bu binada açmış ve o zaman henüz 14 yaşındaymış. 1930'lu yıllarda İspanya iç savaşı sırasında harap hale gelen bu bina 1960'lı yıllarda belediye ta

Batı Karadeniz'in Gizli Hazinesi: Pompeiopolis Antik Kenti

  Roma İmparatorluğu'ndan kalan antik kentler denilince hep Ege ve Akdeniz bölgesi akla gelir. Oysa Karadeniz Bölgesi'nde de birçok antik kent bulunuyor. Yalnızca henüz kazıları tamamlanmadığı için çok fazla kişi tarafından bilinmiyor. İşte Kastamonu'nun Taşköprü ilçesinde yer alan Pompeiopolis Antik Kenti de bunlardan biri.  (Görsel: https://tr.wikipedia.org/wiki/Pontus_Krallığı) Kastamonu, geçmişte Karadeniz'de hüküm süren Pontus Krallığı sınırları içerisinde yer almaktaydı. M.Ö. 1. yüzyılda Romalılar'ın Pontus Krallığı'nı ortadan kaldırmalarının ardından Roma İmparatorluğu'nun Paflagonya eyaleti içerisine dahil edilmiştir. Pompeiopolis, şehri fetheden Romalı komutan Pompeius tarafından M.Ö. 65 yılında, Kastamonu'nun Taşköprü ilçesinde kurulmuştur. Kent daha sonrasında Roma İmparatorluğu'nun Paflagonya eyaletinin başkenti ilan edilmiştir. Türkler'in Anadolu'ya girmesinden sonra, 1213 yılında, bu bölge Çobanoğulları Beyliği'nin hakimiyet