Bir önceki yazıda Denizli'de bulunan Laodikya Antik Kenti'nden bahsetmiş ve Roma İmparatorluğu döneminden kalan eserleri anlatmıştım. Laodikya Antik Kenti'ndeki yerleşim Roma İmparatorluğu'nda Hristiyanlığın yayılmasından sonraki dönemde de devam ettiğinden bu antik kentin bir de kilisesi bulunuyor. Bu dönemde yapılan ilk kiliselerden biri olan Laodikya Kilisesi'ni anlatacağım bu yazıda Roma İmparatorluğu ve Hristiyanlığın ilişkisinden de bahsedeceğim.
Bildiğiniz üzere; Antik Yunan devletlerinde ve devamındaki Roma İmparatorluğu'nda çok tanrılı bir din anlayışı mevcuttu. Bizim Yunan Mitolojisi olarak adlandırdığımız yapı aslında o dönemdeki inanç sistemini oluşturuyordu. Dolayısıyla, Yunan ve Roma döneminden kalan antik kentlerdeki kutsal mekanlar Zeus, Apollon, Artemis gibi tanrı ve tanrıçalara adanan tapınaklardır.
Laodikya Antik Kenti'nde de, bir önceki yazımda bahsettiğim, Apollon, Artemis ve Afrodit'e adanan, yukarıdaki fotoğrafta yer alan tapınak bulunuyordu. Roma İmparatorluğu'nda Hristiyanlığın kabul edilmesinden sonra bu tapınak artık kutsal mekan özelliğini yitirmiş, Laodikya halkının kutsal mekanı bu yazının konusu olan Laodikya Kilisesi olmuştur. Konunun anlaşılması için önce Roma İmparatorluğu'nda Hristiyanlığın tarihinden kısaca bahsetmek istiyorum.
Bugün kullandığımız takvimde, yani miladi takvimde, İsa'nın doğumu milat olarak kabul ediliyor. Milattan önce ve milattan sonra şeklindeki tanımlamalar İsa'nın doğumundan öncesi ve sonrasını işaret ediyor.
Roma Cumhuriyeti M.Ö. 509 yılında, yani İsa'nın doğumundan 500 yıl önce kurulmuştu. Daha sonra, M.Ö. 25 yılında, cumhuriyet rejimi sona ermiş ve devlet imparatorluk şeklinde yönetilmeye başlanmıştı.
İlk Roma İmparatoru da Sezar'ın evlat edindiği oğlu Augustus'tur. Yukarıda, Augustus'un Selanik Arkeoloji Müzesi'nde yer alan bir heykelini paylaşıyorum. Augustus M.S. 19 yılına kadar hüküm sürdüğünden, İsa doğduğunda Roma İmparatoru Augustus'tu.
İsa'nın doğum yeri bugünkü Filistin topraklarında yer alan Beytüllahim şehri olarak kabul edilmektedir. Yine, bugünkü İsrail topraklarında yer alan Nasıra da İsa'nın memleketi olarak bilinmekte, çocukluğunun burada geçtiğinden yola çıkılarak Nasıralı İsa olarak da anılmaktadır.
İsa'nın doğduğu tarihte bu topraklar Roma İmparatorluğu'nun egemenliği altındaydı. Bu bölge, Roma İmparatorluğu'nun Yahudiye Eyaleti sınırları içerisinde kalıyordu. Bugünkü İsrail-Filistin topraklarını içerisinde bulunduran Yahudiye Eyaleti'ni yukarıdaki haritada sağ altta "Judea" olarak gösterilen yeşil işaretli alanda görebilirsiniz.
Bu nedenle, İsa o dönemin en büyük devleti olan Roma İmparatorluğu'nda dünyaya gelmiş olduğundan, Hristiyanlık Roma İmparatorluğu sınırları içerisinde doğan bir dindir.
Roma İmparatorluğu yüzyıllar boyunca Hristiyanlığın karşısında durmuş, bu dini benimsememiştir. Daha da ötesinde, Roma İmparatorluğu topraklarındaki Hristiyanlar büyük zulüm görmüşlerdir. M.S. 313 yılına gelindiğinde ise Roma İmparatorluğu'nda Hristiyanlık serbest bırakılmıştır; yani Roma'nın Hristiyanlığı kabul etmesi 300 yıl sürmüştür. Bu aşamadan sonra Roma şehirlerinde kiliseler boy göstermeye başlamıştır. Fakat bunun devamındaki olaylar çok hızlı gelişmiş; M.S. 380 yılında Hristiyanlık Roma İmparatorluğu'nun resmi dini haline gelmiştir.
İşte bu ilk kiliselerden biri de bu yazının konusunu oluşturan Laodikya Antik Kenti'nde yer alan kilisedir. Laodikya Kilisesi, İncil'de adı geçen, Anadolu'da bulunan 7 kiliseden biridir. Laodikya Kilisesi ve Batı Anadolu'da bulunan diğer kiliselerin konumlarını yukarıdaki haritadan görebilirsiniz.
Laodikya Antik Kenti'ni anlattığım yazıda belirttiğim üzere; Laodikya'daki yerleşim, M.S. 602-610 yılları arasında gerçekleşen büyük bir depremde şehrin yerle bir olmasına kadar devam etmiştir. Roma İmparatorluğu'nda Hristiyanlığın serbest bırakıldığı tarih M.S. 313 olduğundan, 300 yıl gibi uzun bir süre burada Hristiyan Romalılar yaşamıştır.
Laodikya Kilisesi 2010 yılında yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Bu kilisenin geçmişte yukarıdaki fotoğraftaki yer alan çizimde olduğu gibi göründüğü tahmin ediliyor.
Benim için Laodikya Kilisesi mimari anlamda çok özel ve farklı. Yukarıdaki fotoğrafta göreceğiniz üzere, Roma mimarisinin izlerini taşıyan bir kilise görmek çok heyecan verici.
Geleneksel kilise mimarisini bilirsiniz. Avrupa'da gördüğümüz eski kiliseler orta çağda Gotik mimari uslubuyla inşa edilen kiliselerdir. Örneğin; Paris'teki meşhur Notre Dame Kilisesi bu şekildedir ve Gotik kiliselerin en harika örneklerinden biridir. Laodikya ise orta çağa ait bu kiliselerden 1000 yıl önce inşa edilmiştir.
Şimdi diyeceksiniz ki; Roma'daki Panteon da antik dönem mimarisi ile yapılan bir kilise değil mi? Evet öyle, fakat burada bir ayrım var. Roma İmparatorluğu'nda Hristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesinin ardından pagan dönemde yapılan tapınaklar da kiliseye dönüştürülerek kullanılmıştır. Panteon bu şekildedir; yani tapınaktan kiliseye dönüştürülmüştür. Bu sebeple antik dönem mimarisinin unsurlarını taşımaktadır.
Oysa Laodikya Kilisesi doğrudan antik Roma mimarisi ile kilise olarak inşa edilmiştir. İşte bu nedenle bu kilisedeki mimari beni çok heyecanlandırdı. Yukarıdaki fotoğraf da bunun güzel bir örneği.
Laodikya Kilisesi'ni harika kılan bir başka özelliği zemininde yer alan mozaikler. Mozaiklerin döşendiği alanlar toplamda 352 m2 olarak hesaplanmış; dolayısıyla oldukça geniş bir alana yayılıyor.
Bu mozaiklerde yer alan süslemelerin de bir anlamı var. Örneğin üç kalp şekli, Hristiyanlık'taki baba, oğul ve kutsal ruhu yani teslisi sembolize ediyor. İki kalpten oluşan şeklin ise İsa ve Meryem veya Baba (Tanrı) ve İsa (Oğul) anlamına geldiği düşünülüyor.
Bu mozaiklerde kullanılan bir başka şekil olan gamalı haç sembolünden de bahsetmek istiyorum. Zira; gamalı haç Hitler ve Nazi Almanyası'nın sembolü haline geldiği için hem çok dikkat çeker hem de başka yerlerde görüldüğünde garipsenir. Oysa gamalı haç, Naziler tarafından yaratılan bir sembol değildir; tarih öncesi dönemlerden beri kullanılan evrensel bir semboldür.
Çin, Hindistan, Orta ve Güney Amerika ülkeleri, Mezopotamya'da bulunan uygarlıklar gibi birbirinden çok farklı ve çok uzak coğrafyalarda yaşayan insanlar bu sembolü binlerce yıl kullanmışlardır. Yine, Türkler de geçmişte bu sembolü kullanmışlardır. Selçuklu ve Osmanlı döneminde yapılan cami ve çeşme gibi yapılarda ve yine bu dönemde yapılan halı ve kilimlerde bu sembol kullanılmıştır.
İsminin gamalı haç olması sizi yanıltmasın. Farklı kültürlerde farklı şekilde isimlendiriliyor. Örneğin; Sanskritçe'de bu sembole svastika ismi veriliyor. Günümüzde gamalı haç dışında en yaygın kullanılan ismi bu. Türkler ise buna "Oz Damgası" adını vermişlerdi. Gamalı haç ismi, bu sembolün Yunanca'daki "gama" harfleri ile "+" yani haç işaretinin birleşimi görüntüsünde olması nedeniyle verilen bir isimdir.
Maalesef Naziler tarih boyunca dünyanın farklı yerlerinde yaşayan farklı medeniyetler tarafından kullanılan bu evrensel sembolü bir katliamın sembolü haline getirmişlerdir. Peki neden Naziler bu sembolü seçti? Bu hikayenin kaynağı da yine Anadolu'ya dayanıyor.
Çanakkale'de bulunan Troya Antik Kenti'nde ilk kazı çalışmalarını yapan bir Alman olan Heinrich Schliemann Troya kazılarındaki eserlerde bu sembolü görmüş ve bunu Naziler tarafından kutsanan "aryan" kimliği ile ilişkilendirmiştir. Bu fikir Naziler arasında kabul görmüş ve gamalı haç Nazi sembolü haline dönüşmüştür. O nedenle ne Laodikya Kilisesi'nde ne Selçuklu eserlerinde ne de dünyanın herhangi bir yerinde bu sembolü görürseniz şaşırmayın.
Bu arada 2023 yazında ziyaret ettiğim antik kentler arasında Troya da var. Troya ile ilgili yazacağım yazıda Schliemann'dan ve Troya kazılarından detaylı olarak bahsedeceğim.
Yukarıdaki fotoğrafta ise kilisenin vaftizhanesi yer alıyor. En eski vaftizhanelerden biri olduğu için burası da önemli bir bölüm Ayrıca, zeminindeki mermer döşeme de oldukça dikkat çekici.
Son olarak kilisedeki su borusunu göstermek isterim. Geçmişteki insanların inşa ettikleri yapıların hep ilkel olmasını bekleriz, aksi bir durum ile karşılaşıldığında hep şaşırırız. Örneğin bu su borusu hiç de 1700 yıllık gibi durmuyor öyle değil mi?
Laodikya Kilisesi ile ilgili anlatacaklarım bu kadar. Ancak bu topraklardaki hazineler ne gezmekle ne de anlatmakla bitmez. Bir sonraki yazıda yine Denizli'de, bu kez Hierapolis Antik Kenti'nde olacağız.
Çok güzel, bilgilendirici ve keyifli bir paylaşım olmuş, emeğiniz için teşekkürler
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim :)
YanıtlaSil