Ana içeriğe atla

Hierapolis Antik Tiyatrosu&Pamukkale Travertenleri


Hierapolis Antik Kenti'nin muhteşem tiyatrosunun önündeyim. Burası Türkiye'deki antik tiyatrolar içerisinde benim favorim. Hemen arkada ise dünyaca ünlü Pamukkale Travertenleri var. Bu alana giriş yaptığınızda aynı biletle hem antik kenti hem de travertenleri görebiliyorsunuz. Bu nedenle bu yazıda antik tiyatronun yanı sıra travertenlerden de bahsedeceğim. 


Hierapolis Antik Kenti, M.Ö. 190 yılında kurulmuştur. Hierapolis, Bergama Krallığı'na ait bir kent iken, M.Ö. 133 yılında Roma İmparatorluğu'nun hakimiyetine geçmiştir. Bu bölgedeki diğer antik kentlerde olduğu gibi Hierapolis Antik Kenti de birçok depremle karşılaşmış ve yıkılan kısımlar yeniden inşa edilmiştir. Fakat en son M.S. 1354 yılında meydana gelen depremde gerçekleşen hasarın ardından şehir terk edilmiştir. 

Önceki yazının konusu olan Laodikya Antik Kenti'nin M.S. 602-610 yılları arasında gerçekleşen depremde yerle bir olduğunu, bunun ardından tamamen terk edildiğini belirtmiştim. Aslında Hierapolis ve Laodikya birbirine çok uzak değil, iki antik kentin arasındaki mesafe 15 km civarında. Bu nedenle Laodikya’yı yıkıma sürükleyen bu deprem Hierapolis’i de önemli ölçüde etkilemiş ve şehirde büyük hasara yol açmıştır. Fakat bu deprem Laodikya’daki yerleşimi sona erdirirken, Hierapolis Antik Kenti, eski görkemini kaybetse de, bu depremden sonra 700 yıl daha varlığını sürdürebilmiş. Nihayet, 14. yüzyılda gerçekleşen deprem Hierapolis’in de tamamen terk edilmesine neden olmuştur. 


Hierapolis Antik Kenti'ne ilk kez 2014 yılında gitmiştim. Bu tiyatroya görür görmez aşık olmuştum. Yukarıdaki fotoğraf 10 yıl önceki bu ziyaretimden. O zamanlar antik tiyatronun restorasyonu daha yeni tamamlanmıştı ve ben de koşa koşa gitmiştim :) Hatta fotoğrafta göreceğiniz üzere hala iskele kurulu. 


Hierapolis Antik Tiyatrosu mevcut haliyle bile muhteşem. Fakat yukarıdaki çizimde gördüğünüz üzere, tiyatronun sahne binası eskiden 3 katlıymış. O halinin güzelliğini hayal bile edemiyorum. 

Bu antik tiyatronun inşası M.S. 206 yılında tamamlanmıştır. Yani karşınızda 1.800 yaşında bir yapı var. Bu görkemli tiyatro inşa edildiğinde heykeller ve kabartmalarla da süslenmiş. Aşağıda birkaç örneğine yer vereceğim bu eserleri antik kentin hemen yanındaki müzede görebilirsiniz. 


Yukarıda da bahsetmiş olduğum üzere; Hierapolis Antik Kenti ve Pamukkale Travertenleri aynı alanda bulunuyor. Tahmin edebileceğiniz üzere burası çok büyük bir alan. Bu alanın 3 tane girişi bulunuyor. 

Bu girişlerden "Güney Kapısı"nı tercih ettiğinizde, doğrudan antik kentin ve antik tiyatronun bulunduğu alana ulaşıyorsunuz. Yani önce antik kenti gezmek isterseniz bu girişi kulanmanız daha uygun olur. Ben bu gidişimde güney kapısını tercih ettim. Çünkü amacım doğrudan antik tiyatroya ulaşmaktı.

Görsel sahibi: Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü-https://www.kulturportali.gov.tr/turkiye/denizli/gezilecekyer/pamukkale-hierapolis-antik-kenti

Hierapolis'in çok büyük bir nekropolü yani mezarlık alanı bulunuyor. "Kuzey Kapısı"nı tercih ettiğinizde doğrudan nekropole giriş yapmış oluyorsunuz. Buradan antik kent ve travertenlerin bulunduğu alana ulaşmak için çok uzun bir yol yürüyeceksiniz. Bu kocaman arazinin her yerinde harika kalıntılar, lahitler bulunuyor. Hierapolis'i ilk ziyaret ettiğimde bu kapıdan giriş yapmıştım. Önce nekropolü görmek istiyorsanız bu kapıyı kullanmalısınız.  


Üçüncü giriş ise sizi doğrudan travertenlerin bulunduğu tepenin eteklerine çıkarıyor. Travertenlerin üzerinden yürüyerek tepeye tırmanmak isterseniz bu kapıyı kullanabilirsiniz. Ben ikinci gidişimde bu kapıdan giriş yapmıştım. Buraya tırmanırken travertenlerin üzerinde bulunan minik doğal havuzların tadını çıkarabilirsiniz. Travertenlere ayakkabı ile basmak yasak. Bu görüntünün "pamuk" olarak adlandırılmasına aldanmayın, çıkarken ayaklarınız acıyabilir :) Özellikle yukarılara doğru tırmandıkça bunu daha çok hissediyorsunuz. Ziyarete travertenler ile başlamak istiyorsanız bu kapıdan giriş yapmalısınız. 


Pamukkale Travertenleri, Çökelez Dağı'nın güneybatı eteklerinden çıkan, kalsiyum ve karbondioksit içeren sıcak suyun birikimi ile oluşmuştur. Bunun neticesinde dağın yamacı pamuk görüntüsüne büründüğünden burası Pamukkale olarak adlandırılmıştır.  


Pamukkale Travertenlerinin eşi benzeri yok. Bu alan 1988 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne girmiş olduğundan dünya çapında tanınan bir yer. Fakat turist akını yüzünden çoğu yerde beyaz görüntüsü kaybolmuş durumda. Paylaştığım diğer iki fotoğrafı özellikle insanların olmadığı bir alanda çektim. Fakat gittiğinizde karşılaşacağınız görüntü böyle bir insan seli olacak. 


Hierapolis Antik Kenti'nin içerisinde bir de müze bulunuyor. Bu müzede antik kentten çıkarılan eserler sergileniyor. Hierapolis Arkeoloji Müzesi oldukça küçük bir müze. Antik kentteki Roma hamamı restore edilerek müze haline getirilmiş. Dışarıdan görüntüsünü yukarıdaki fotoğrafta görebilirsiniz. 


Müze küçük olsa da görmeye değer eserler barındırıyor. Yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz, M.S. 3. yüzyıla ait lahit bunun bir örneği. Bazı lahitlere eşler birlikte gömülüyordu, bu lahit de bir karı-kocaya ait. Üzerinde yer alan kabartmalar oldukça zengin ve göz alıcı.


Yazının girişinde bahsettiğim üzere; mevcut haliyle bile oldukça büyüleyici olan Hierapolis Antik Tiyatrosu geçmişte çok daha ihtişamlıydı. Örneğin yukarıdaki kabartmalar tiyatro binasına ait. Bu kabartmada Denizler Tanrısı Poseidon'u görmektesiniz. Poseidon, Yunan Mitolojisi'ndeki Baş Tanrı Zeus'un kardeşidir. Üç kardeş olan Zeus, Poseidon ve Hades dünyayı kendi aralarında bölüşmüşlerdir. Buna göre; Zeus gökyüzünü, Poseidon denizleri ve Hades ise yeraltını yani ölüler diyarını sahiplenmiştir. 


Yine, yukarıdaki kabartma da antik tiyatroya aittir. Apollon, Adonis ve Afrodit'i tasvir etmektedir. 


Yukarıdaki fotoğrafta ise yine müzede sergilenen gözyaşı şişelerini görmektesiniz. O zamanlar eşi ya da sevdiği savaş vb. sebeplerle uzaklara giden kadınlar onların dönüşünü ağlayarak beklermiş. İletişim imkanı olmadığından gidenin dönüp dönmeyeceğini ya da ne zaman döneceğini bilmenin mümkün olmadığını da hesaba katın. İşte kadınlar böyle hasretle beklerken akan gözyaşlarını bu şişelerde saklarmış. Şimdi insanlara birkaç ay beklemek bile çok geliyor ama geçmişte savaşlar veya yolculuklar çok uzun sürüyordu. Ben sevdiğimden ayrı kalsaydım bir yılda şu minik gözyaşı şişelerinden kaç tane dizilirdi acaba :) 


Bu bana Odysseus ve Penelope'yi hatırlattı. Tabi bu gerçek bir hikaye değil, Homeros'un Troya Savaşı'nı anlattığı efsanenin bir parçası. Odysseus Troya Savaşı'na gitmek için evinden ayrılmış ve savaş bittiğinde aradan 10 yıl geçmişti. Savaş sonrası herkes ülkesine dönerken, Odysseus uzun yıllar dönememişti. Çünkü deniz yoluyla dönecekti; fakat Denizler Tanrısı Poseidon ona kızgın olduğu için denizde oradan oraya savruluyor ve evine ulaşamıyordu. Nihayet 10 yıllık yolculuğun sonunda evine ulaşabilmişti. Aradan geçen 20 yıla rağmen karısı Penelope onu hala bekliyordu. Penelope, Odysseus'un öldüğüne asla ihtimal vermemiş, bir gün döneceğine inandığı için tüm taliplerini geri çevirmiş, başkasıyla evlenmemişti. Afedersiniz, şuradan bir orta boy şişe uzatır mısınız, şimdi de Penelope'nin ziyan olan yıllarına ağlayacağım :) 

Bu arada yukarıdaki fotoğrafı Troya Müzesi'nde çekmiştim. Troya Antik Kenti'ni anlatacağım yazıda Troya Savaşı'ndan ve Odysseus'tan detaylı olarak bahsedeceğim.


Yukarıdaki fotoğrafta ise Bergama Kralı Eumenes'i görmektesiniz. Bergama Antik Kenti'ni başkent yaparak büyük bir krallık oluşturan Eumenes, Hierapolis kentinin de kurucusu olarak bilinmektedir. 

Ben bu yazıda antik tiyatroya odaklandım. Fakat Hierapolis Antik Kenti çok geniş bir alana yayılıyor ve görülmesi gereken birçok eser var. Daha önceki ziyaretlerimde tüm alanı gezdiğimden bu kez Laodikya Antik Kenti dönüşünde geçerken uğramış ve yalnızca tiyatroyu öpüp kaçmış oldum :) 


Sıcaktan bayılmak üzere, aç, yorgun ama mutlu fotoğrafımla yazıyı bitiriyorum :) Vaktim sınırlı olduğu için antik tiyatroya cebimden çıkardığım kuruyemişi tırtıklayarak tırmanıp, sonrasında bulduğum ilk taksiyle otele geçerek eşyalarımı alıp havalimanına koşmadan hemen önce kameralara yansıyan son huzurlu anım bu :) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Antik Yunan

Efes Antik Kenti Antik Yunan medeniyeti her zaman ilgimi çekmiştir. Benim için bu ilgiyi doruğa ulaştıran ve bu eserlerin peşinden şehir şehir gezmeme neden olan şey yıllar önce Efes Antik Kenti'ni görmek oldu. Bu nedenle benim için Efes'in yeri ayrıdır. Efes Antik Kenti İzmir'in Selçuk ilçesinde yer almaktadır. Oldukça geniş bir alana yayılmış olan Efes Antik Kenti tiyatro, tapınaklar ve diğer eserler ile muhteşem bir görsel şölendir. Görkemli bir geçmişi olan Efes, bu toprakların Roma İmparatorluğu tarafından fethedilmesinin ardından, Asya eyaletinin başkenti olmuştur. Efes'te inşa edilen Artemis Tapınağı dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilmektedir. İngilizler tarafından götürülen Artemis Tapınağı'nın parçaları British Museum'da sergilenmekte   olduğundan, tapınağın bulunduğu yerde birkaç sütundan başka bir şey görmeniz mümkün değildir. Yukarıdaki Antik Yunan haritasından da göreceğiniz üzere, Efes dışında daha başka birço

Laodikya Kilisesi ve Roma İmparatorluğu'nda Hristiyanlık

Bir önceki yazıda Denizli'de bulunan Laodikya Antik Kenti'nden bahsetmiş ve Roma İmparatorluğu döneminden kalan eserleri anlatmıştım. Laodikya Antik Kenti'ndeki yerleşim Roma İmparatorluğu'nda Hristiyanlığın yayılmasından sonraki dönemde de devam ettiğinden bu antik kentin bir de kilisesi bulunuyor. Bu dönemde yapılan ilk kiliselerden biri olan Laodikya Kilisesi'ni anlatacağım bu yazıda Roma İmparatorluğu ve Hristiyanlığın ilişkisinden de bahsedeceğim.   Bildiğiniz üzere; Antik Yunan devletlerinde ve devamındaki Roma İmparatorluğu'nda çok tanrılı bir din anlayışı mevcuttu. Bizim Yunan Mitolojisi olarak adlandırdığımız yapı aslında o dönemdeki inanç sistemini oluşturuyordu. Dolayısıyla, Yunan ve Roma döneminden kalan antik kentlerdeki kutsal mekanlar Zeus, Apollon, Artemis gibi tanrı ve tanrıçalara adanan tapınaklardır.  Laodikya Antik Kenti'nde de, bir önceki yazımda bahsettiğim, Apollon, Artemis ve Afrodit'e adanan, yukarıdaki fotoğrafta yer alan tapına

Sagalassos Antik Kenti&Antoninler Çeşmesi

  Geçen hafta paylaştığım yazıda bahsettiğim üzere, bu yazımda Sagalassos Antik Kenti'ni anlatacağım. Elbette, 1.700 metre yükseklikte yer alan ve çok geniş bir alana yayılan bu büyüleyici yerde geçirdiğim 3,5 saati her detayıyla anlatmam mümkün değil.  Sagalassos Burdur'un Ağlasun ilçesinde yer alıyor. Ağlasun adı da Sagalassos'un zaman içerisinde türetilmesi ile verilen bir isim. Antik kent yüksek bir dağın yamacında kurulu iken, Selçuklular Anadolu'ya geldiklerinde antik kentin aşağısında yer alan ovaya, bugünkü Ağlasun ilçesine yerleşmişlerdir.  Sagalassos Antik Kenti, bir Anadolu halkı olan Luviler tarafından kurulmuş ve M.Ö. 333 yılında Büyük İskender tarafından fethedilmiştir. M.Ö. 25 yılında ise Roma İmparatorluğu topraklarına katılmıştır. Burada bulunan yapıların çoğu Roma dönemine aittir. Sagalassos Antik Kenti 2009 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne alınmıştır.  Sagalassos, Roma İmparatoru Hadrian döneminde Roma İmaparatorluğu'nun Pisidia e

Salvador Dali'nin Evrenine Yolculuk

Salvador Dali yaşamı ve yapıtlarıyla beni kendisine hayran bırakan bir sanatçı. Bu nedenle onun doğduğu şehre gidip, onun kurduğu müzeyi görmek istedim. Salvador Dali, İspanya'nın Katalonya bölgesinde yer alan Figueres şehrinden. Dali Müzesi de yine bu şehirde bulunuyor. Figueres'e Barselona'dan trenle 1,5 saatte ulaşılabiliyor. Bu yaz Barselona'ya gittiğimde, oradan Figueres'e geçerek Dali'nin yaşadığı diyarı ve müzesindeki eserleri görme fırsatı buldum. Dali'nin müzesine doğru yürürken karşıma çıkan küçük bir meydanda buna rastladım, Dali! Müze girişine uzanan merdivenlerdeyim. Figueres çok büyük bir yer olmadığından yürüyerek müzeye ulaşmam zor olmadı.  Karşınızda Dali müzesi. Bu bina eskiden tiyatro binası olarak kullanılıyormuş. Bu dönemde Dali ilk sergisini yine bu binada açmış ve o zaman henüz 14 yaşındaymış. 1930'lu yıllarda İspanya iç savaşı sırasında harap hale gelen bu bina 1960'lı yıllarda belediye ta

Batı Karadeniz'in Gizli Hazinesi: Pompeiopolis Antik Kenti

  Roma İmparatorluğu'ndan kalan antik kentler denilince hep Ege ve Akdeniz bölgesi akla gelir. Oysa Karadeniz Bölgesi'nde de birçok antik kent bulunuyor. Yalnızca henüz kazıları tamamlanmadığı için çok fazla kişi tarafından bilinmiyor. İşte Kastamonu'nun Taşköprü ilçesinde yer alan Pompeiopolis Antik Kenti de bunlardan biri.  (Görsel: https://tr.wikipedia.org/wiki/Pontus_Krallığı) Kastamonu, geçmişte Karadeniz'de hüküm süren Pontus Krallığı sınırları içerisinde yer almaktaydı. M.Ö. 1. yüzyılda Romalılar'ın Pontus Krallığı'nı ortadan kaldırmalarının ardından Roma İmparatorluğu'nun Paflagonya eyaleti içerisine dahil edilmiştir. Pompeiopolis, şehri fetheden Romalı komutan Pompeius tarafından M.Ö. 65 yılında, Kastamonu'nun Taşköprü ilçesinde kurulmuştur. Kent daha sonrasında Roma İmparatorluğu'nun Paflagonya eyaletinin başkenti ilan edilmiştir. Türkler'in Anadolu'ya girmesinden sonra, 1213 yılında, bu bölge Çobanoğulları Beyliği'nin hakimiyet