Ana içeriğe atla

Doğu Ekspresi Seyahati&Divriği ve Sivas


Tam üç yıl önce, yine bir Mart ayında, ciddi bir karar aşamasındayken, kendimle baş başa kalmak ve düşünmek ihtiyacı hissettim. Doğu Ekspresi ile seyahat etmenin bunun için en doğru seçenek olduğunu düşündüm. 1,5 gün süren bir tren yolculuğunun en güzel inziva olduğuna karar verdim. 

Bu yazımda size Kars'tan Ankara'ya yaptığım bu tren yolculuğunu anlatacağım. Kars'ı neden anlatmıyorsun diye soranlar varsa, bu yazıdan sonra Kars için ayrı bir yazı geleceğini de belirteyim :) Çünkü Kars'ta gördüğüm yerleri detaylı olarak anlatmak istiyorum.

Görsel: https://www.tcddtasimacilik.gov.tr/seferler/dogu-ekspresi 

Bildiğiniz üzere; Doğu Ekspresi seferleri özellikle son 10 yıldır çok popüler. Benim için de bir arkadaşımla yıllarca gitmeye niyetlendiğim, her seferinde bu sene gitsek mi, bilet nasıl bulacağız derken hep bir şekilde ertelediğim bir hayale dönüşmüştü. Zaten Doğu Ekspresi'ne bilet bulmak bir efsane haline gelmişti. Gezginler yüzünden insanlar memleketlerine gitmek için tren bileti bulamıyorlar geyiklerine konu olmaya başlamıştı :)


Bu hattın popüler hale gelmesinden sonra "Turistik Doğu Ekspresi" adıyla yeni bir hat açıldı ve 29.05.2019'da seferlerine başladı. Turistik Doğu Ekspresi yataklı vagonlardan oluşuyor ve klasik Doğu Ekpresi'nden daha pahalı. 2023 yılı itibariyle iki kişilik kompartımanın güncel fiyatı 3.100-TL. Kompartımanda tek başınıza kalmak isteseniz de yine aynı fiyatı ödüyorsunuz.

Ankara yönüne giden bu tren Divriği ve Sivas'ta birkaç saatlik molalar veriyor. Bu mola esnasında bu yerleri de gezme imkanı buluyorsunuz. Bu nedenle yazımda Divriği ve Sivas'taki Selçuklu dönemine ait muhteşem eserlere de değineceğim.

Benim bu seyahatimden bir hafta sonra pandemi başladı ve seferlere uzun bir süre ara verildi. O nedenle tam zamanında gitmiştim. 


Turistik Doğu Ekspresi'nin tamamı yataklı vagonlardan oluşuyor. Bu minik kompartıman iki kişilik. 

Doğu Ekspresi treni Kars'tan 22:30'da hareket ediyor ve 1,5 günün sonunda sabah 09:00'da Ankara'ya varıyor. Yani bir Çarşamba akşamı bindiğiniz trende Perşembe gününün tamamını da geçirip Cuma sabahı Ankara'da iniyorsunuz. Ben trene bineceğim gün sabah erkenden kalkıp, bütün gün Kars'ı gezip, bunun üstüne akşam Kafkas Gecesi'ne katıldığımdan, bu yolculuğun gece başlaması benim için idealdi. Uzun ve yorucu bir günün ardından trende rahat rahat dinlenebilecektim. 

Belirttiğim bu saatler ile ilgili bir hatırlatma yapmalıyım. Plan yaparken trenin rötar yapma ihtimalini de mutlaka değerlendirmelisiniz. Örneğin; ben Ankara'da trenden inip havalimanına giderek İstanbul'a uçmayı planlarken, birkaç saatlik rötar nedeniyle uçağımı kaçırmıştım. 

  

Bir önceki fotoğrafta görmüş olduğunuz koltuğu yatırdığınızda bu şekilde bir yatağa dönüşüyor. Yine, aynı şekilde, yukarıdaki yatağı da açıp ranza sistemiyle iki yataklı bir odaya dönüştürebiliyorsunuz. 

 
Sağdaki dolabın içerisinde bir mini buzdolabı ve onun içerisinde de minik atıştırmalıklar var. Yine burada, fotoğrafın sağında gördüğünüz minik bir lavabo da bulunuyor. Tuvaletler elbette dışarıda, vagon içerisinde ve ortak kullanımda. 


Yolculuk için seçtiğim kitaplardan ilki İlber Ortaylı'nın engin hayat tecrübelerini paylaştığı "Bir Ömür Nasıl Yaşanır" isimli kitap oldu. Dediğim gibi, bu benim için bir hayatı sorgulama seyahatiydi. Bu anlamda daha kitabın başında yukarıdaki fotoğrafta işaretlediğim satırları okurken doğru yerde olduğuma bir kez daha ikna oldum :) Çünkü İlber Hoca da tren seyahatinin bu anlamda en doğru yol olduğunu söylüyordu.

Peki trende o kadar saat düşündükten sonra aklındaki soruların cevaplarını buldun mu derseniz o konuda çok başarılı olamadığımı itiraf etmeliyim :) Ben aslında cevapları bulmakta değil, kabullenmekte zorlanıyorum genelde. Bu nedenle kabullenemediğim bu cevaplarla hayatımın iki yıllık fetret devrine giriş yapmış oldum. Neyse, biz yolculuğumuza devam edelim.



Bütün gece trende seyahat ettikten sonra mükemmel bir gündoğumu ile uyandım. Kilometrelerce uzanan Munzur Dağları muhteşem görüntüsüyle karşımdaydı. 


Sabah Sivas'ın Divriği ilçesinde mola verdik. Turistik Doğu Ekspresi'nin bu durağı Türkiye'nin Unesco Dünya Mirası Listesi'ne giren ilk mimari eseri olan Divriği Ulu Cami'ni görmek için çok güzel bir fırsat. Çocukken ders kitabında görüp aşık olduğum bu muhteşem eseri nihayet görecek olmak çok heyecan vericiydi. O nedenle, kahvaltıyı düşünmeden, tren durur durmaz buraya koştum. Divriği küçücük bir ilçe olduğundan tren garından Divriği Ulu Camii'ne yürüyerek ulaşabiliyorsunuz; yalnızca yokuş çıkmanız gerekiyor.

Görsel: https://www.sosyalbilgiler.org/anadoludaki-1-beylikler-donemi

Şimdi öncelikle bu caminin yapıldığı döneme ilişkin kısa bir tarih bilgisi ile başlayalım. Bildiğiniz üzere; 1071 yılında Büyük Selçuklu İmparatorluğu ile Bizans İmparatorluğu arasında gerçekleşen Malazgirt Savaşı Türkler'e Anadolu'nun kapılarının kesin olarak açılmasını sağlayan savaş olarak tarihe geçmiştir. 

Bu savaşın ardından Anadolu'da Türk Beylikleri dönemi başlamıştır. Birinci dönem Türk Beylikleri'nden Mengücekliler Beyliği de bugünkü Erzincan, Kemah, Divriği, Şebinkarahisar, Tunceli, Elazığ illerinin bulunduğu topraklarda kurulmuştur. Mengücekliler Beyliği'nin kurucusu Malazgirt Savaşı'nda Sultan Alp Arslan ile birlikte savaşan komutanlardan Mengücek Gazi'dir. Daha sonrasında diğer Anadolu Beylikleri gibi Anadolu Selçuklu Devleti'ne bağlanmıştır. Yukarıdaki haritada Mengücekliler Beyliği ile bu dönemde kurulan diğer Türk Beylikleri'ni görebilirsiniz. 

Bu yazının konusu değil ama bu beyliklerden Çaka Beyliği beni çok şaşırtıyor. Haritada gördüğünüz gibi diğer beylikler Doğu Anadolu üzerinden Anadolu'ya girip bu civara yerleşmişken, Çaka Bey İzmir'e kadar gitmiş ve burada bir beylik kurmuştur. İzmir çevresindeki adaları da alan Çaka Bey Türk Tarihinin ilk donanmasını oluşturmuştur. Bu anlamda Orta Asya'nın bozkırlarından gelip İzmir'de denizciliğe soyunan Çaka Bey'in vizyonu beni çok etkiliyor. Bilgi edinecek yeterli kaynak bulabilirsem bu konuyu da bir ara mutlaka yazmalıyım. 


Şimdi asıl konumuza dönelim. Divriği Ulu Cami 1228 yılında, Mengücekliler döneminde, Ahmed Şah tarafından yaptırılmıştır. Bu yapı aslında yalnızca camiden ibaret değil, cami ve hemen bitişiğindeki hastane binasından oluşuyor. Bu nedenle Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası olarak anılıyor. Darüşşifa, yani hastane kısmı Ahmet Şah'ın eşi Turan Melek tarafından yaptırılmıştır. Bu hastanede akıl hastaları su sesi ile tedavi edilmiştir. 

Su sesi ile tedavi yöntemini Kayseri'deki Gevher Nesibe Gıyasiye Şifahanesi'nde de görmüştüm. Anadolu Selçuklu Sultanı Gıyasettin Keyhüsrev tarafından kızı Gevher Nesibe adına yaptırılan bu şifahane, Divriği'deki bu yapıdan kısa bir süre önce, 1206 yılında yaptırıldığı için ilk akıl hastanesi olarak anılıyor. Kayseri'ye giderseniz hemen şehir merkezinde kolaylıkla ulaşabileceğiniz bu yapıyı da görmelisiniz. 


Divriği Ulu Cami taş işçiliğinin mükemmel bir simgesi. Taşı adeta bir dantel gibi işleyerek bu devasa yapıyı meydana getirmişler. Bu nedenle gittiğinizde yukarıya bakmaktan boynunuz tutulana kadar her bir detayı hayranlıkla izliyorsunuz.


Üstelik buradaki taş işlemelerinin hepsinin bir anlamı var. Yani yalnızca birer süslemeden ibaret değiller. O kadar çok simge var ki, bunları burada tek tek anlatmam mümkün değil. Motiflerin her biri birbirinden farklı. Hayat ağacından lotus çiçeğine, güneş diskinden Anadolu Selçuklular'ın simgesi çift başlı kartala kadar yüzlerce simgeye rastlıyorsunuz.


Divriği Ulu Cami'nin Cennet Kapısı üzerindeki bu süslemeler cenneti tasvir ettiğinden kapı bu şekilde adlandırılmıştır. Buradaki detaylar Kuran'daki cennet tasvirlerinden ilham alınarak yapılmıştır. Gül Peygamberi, bülbül ise ilahi aşkı simgelediğinden; bülbül ve gül motifi de kullanılmıştır. 


Benim ziyaret ettiğim dönemde yapı restorasyon altında olduğundan maalesef tamamını görme şansım olmadı, içine de giremedim. Restorasyonun 2024 yılı yazında biteceği söyleniyor. Bu nedenle bu yapının tamamını görmek isterseniz planlarınızı bu tarihe göre yapmalısınız. 


Divriği Ulu Cami'nin muhteşem görüntüsü apayrı tabi ama hep söylediğim gibi ben küçük camileri çok seviyorum. Divriği'de de trene geri dönmeden önce tost yemek için tam da bu caminin karşısında minik bir kahvaltıcı buldum. Çok beğendiğim için onun karşısında oturmak istedim. Sonrasında Divriği'de bana ayrılan sürenin sonuna geldik ve trene geri döndüm.


Aynı gün akşam üzeri bir sonraki durağımız olan Sivas'a geldik. Bu kez tren garı ve şehir merkezi arasında uzun bir mesafe olduğundan bizi bir minibüsle şehir merkezine bıraktılar ve dönüş için belirlenen saatte aynı yerden alacaklarını söylediler. 

İndiğimiz yer tam da Sivas Kongresi'nin yapıldığı binanın önüydü. Bu nedenle buradan başladım ve bu tarihle dolu müzede tahminimden çok uzun süre içeride kaldım. 


Burayı gezerken sadece tarihe tanıklık etmiş bir binanın içerisinde olmakla kalmıyor, aynı zamanda Kurtuluş Savaşı ile ilgili birçok bilgiye erişebiliyorsunuz. Çocuğum olursa mutlaka buraya getireceğim. Çünkü milli mücadele için yapılan bu kongreleri derslerde hangi kongre hangi tarihte yapıldı, hangisi beşinci sıradaki kongredir gibi kabul edilemez bir ezber mantığıyla anlatıyorlar. Bu haliyle konunun özü kaçırılıyor. 



Burası milli mücadeleyi tüm kronolojisiyle anlamak için harika bir yer. Balıkesir'de de Balıkesir Kongresi'nin yapıldığı binayı gezmiştim. Ama oradaki bilgiler sınırlıydı; Sivas'taki bu bina gerçekten profesyonel bir müzeye dönüştürülmüş.


4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında gerçekleşen Sivas kongresinde alınan kararları yukarıdaki fotoğrafta paylaşıyorum. Bu kongrede misakı milli sınırları çizilmiş ve milli mücadelenin tek elden idare edilmesi kararlaştırılmıştır. Böylelikle bu kongre milli mücadelenin temelini oluşturmuştur. İşte bu nedenle binanın dış cephesinde "Cumhuriyetin Temelini Burada Attık" yazıyor. 


Geriye kalan vaktimde Sivas'ın merkezindeki tarihi yapıları görme fırsatı buldum. Yakın tarihte Balkanlar ile ilgili paylaştığım yazılarımda; Anadolu'da Osmanlı yok, Osmanlı'nın göz bebeği Rumelidir, Anadolu'yu sahiplenen Selçuklu'dur demiştim. Bu yazı ile birlikte Doğu Anadolu'ya giriş yapıyoruz. Bundan sonraki birkaç yazımda da Doğu Anadolu'da gezdiğim diğer illeri anlatacağım. Bunları okuduğunuzda bana hak vereceğinizi umuyorum. 

Anadolu'daki her cami Osmanlı eseri zannedildiği gibi yine benzer bir hata Anadolu'daki her antik kentin Yunanlar'a ait zannedilmesinde de yaşanıyor. Doğu Anadolu serisi bittikten sonra Anadolu'daki Antik Kentler üzerine bir yazı serisi hazırlayıp bu konuya orada değineceğim. 


Burası Sivas Çifte Minareli Medrese. Bu yapı Sivas'ta şehir merkezinde olduğundan çok kolay ulaşabilirsiniz. Çifte Minareli Medrese, Anadolu Selçuklu döneminde, 1271 yılında İlhanlılar'ın veziri Şemseddin Cüveyni tarafından yaptırılmıştır.  Yapının sadece ön cephesi günümüze ulaşabilmiştir. Fakat bir parçası bile inanılmaz görkemini ortaya koyuyor. 


Özellikle hemen arka sokağa geçip dış cepheyi gördüğünüzde daha da muhteşem bir görüntüyle karşılaşıyorsunuz.





İşte burası Çifte Minareli Medrese'nin taç kapısı. Bakınca uzun süre gözlerimi alamadığım muhteşem bir eser. 



Sivas'tan paylaşmak istediğim bir başka eser ise Gök Medrese. Yukarıdaki fotoğrafta paylaştığım Gök Medrese de yine Anadolu Selçuklu dönemine ait olup, 1271 yılında Sahip Ata Fahrettin Ali tarafından yaptırılmıştır. Minarelerindeki mavi çiniler ile inanılmaz güzellikte bir yapı. 

Burayı bulmak için koşarken yakınlardaki bir mekanda durup yemek siparişi verdim. Hesabı önden ödüyorum, yarım saat sonra gelip yiyeceğim dedim. Biraz afalladılar ama ne yapayım, başka türlü trene yetişemeyecektim :) Nihayetinde dönüşte trenden önce hızlıca yemeğimi de yemiş oldum.

Gök Medrese'den sonra trene geri döndüm. Akşam saatlerinde yeniden başlayan bu yolculuk ertesi sabah Ankara'ya varıncaya kadar devam edecekti. Böylece iyi ki yapmışım dediğim bir seyahati daha geride bırakıyordum. 



Rötarla birlikte neredeyse 40 saat trende kaldığınız için diğer yolcularla arkadaşlık etmek ve minik odalarda misafir ağırlamak da yolculuğu daha eğlenceli kılıyor. Vagonun tek yalnız yolcusu bendim :) Benim odam ilk girdiğimde çektiğim ve yazının başında paylaştığım o fotoğraflardaki gibi kaldı. O nedenle benim Doğu Ekspresi seyahatimde muhteşem dekore edilmiş bir kompartıman fotoğrafı bulunmuyor. Ama komşularım renkli nevresimlerden ışıklara ve hatta türk kahvesi fincanlarına kadar getirmiş oldukları için arada onlara misafirliğe gitmek keyfliydi :) Yolculuğun son saatlerinde kendimizi bu koridorda halay çekerken bulmuştuk. Böylece, viski ve klasik müzik eşliğinde kitap okuyarak başlayan yolculuğum halay çekerek sonlanmış oldu :)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Antik Yunan

Efes Antik Kenti Antik Yunan medeniyeti her zaman ilgimi çekmiştir. Benim için bu ilgiyi doruğa ulaştıran ve bu eserlerin peşinden şehir şehir gezmeme neden olan şey yıllar önce Efes Antik Kenti'ni görmek oldu. Bu nedenle benim için Efes'in yeri ayrıdır. Efes Antik Kenti İzmir'in Selçuk ilçesinde yer almaktadır. Oldukça geniş bir alana yayılmış olan Efes Antik Kenti tiyatro, tapınaklar ve diğer eserler ile muhteşem bir görsel şölendir. Görkemli bir geçmişi olan Efes, bu toprakların Roma İmparatorluğu tarafından fethedilmesinin ardından, Asya eyaletinin başkenti olmuştur. Efes'te inşa edilen Artemis Tapınağı dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilmektedir. İngilizler tarafından götürülen Artemis Tapınağı'nın parçaları British Museum'da sergilenmekte   olduğundan, tapınağın bulunduğu yerde birkaç sütundan başka bir şey görmeniz mümkün değildir. Yukarıdaki Antik Yunan haritasından da göreceğiniz üzere, Efes dışında daha başka birço

Laodikya Kilisesi ve Roma İmparatorluğu'nda Hristiyanlık

Bir önceki yazıda Denizli'de bulunan Laodikya Antik Kenti'nden bahsetmiş ve Roma İmparatorluğu döneminden kalan eserleri anlatmıştım. Laodikya Antik Kenti'ndeki yerleşim Roma İmparatorluğu'nda Hristiyanlığın yayılmasından sonraki dönemde de devam ettiğinden bu antik kentin bir de kilisesi bulunuyor. Bu dönemde yapılan ilk kiliselerden biri olan Laodikya Kilisesi'ni anlatacağım bu yazıda Roma İmparatorluğu ve Hristiyanlığın ilişkisinden de bahsedeceğim.   Bildiğiniz üzere; Antik Yunan devletlerinde ve devamındaki Roma İmparatorluğu'nda çok tanrılı bir din anlayışı mevcuttu. Bizim Yunan Mitolojisi olarak adlandırdığımız yapı aslında o dönemdeki inanç sistemini oluşturuyordu. Dolayısıyla, Yunan ve Roma döneminden kalan antik kentlerdeki kutsal mekanlar Zeus, Apollon, Artemis gibi tanrı ve tanrıçalara adanan tapınaklardır.  Laodikya Antik Kenti'nde de, bir önceki yazımda bahsettiğim, Apollon, Artemis ve Afrodit'e adanan, yukarıdaki fotoğrafta yer alan tapına

Sagalassos Antik Kenti&Antoninler Çeşmesi

  Geçen hafta paylaştığım yazıda bahsettiğim üzere, bu yazımda Sagalassos Antik Kenti'ni anlatacağım. Elbette, 1.700 metre yükseklikte yer alan ve çok geniş bir alana yayılan bu büyüleyici yerde geçirdiğim 3,5 saati her detayıyla anlatmam mümkün değil.  Sagalassos Burdur'un Ağlasun ilçesinde yer alıyor. Ağlasun adı da Sagalassos'un zaman içerisinde türetilmesi ile verilen bir isim. Antik kent yüksek bir dağın yamacında kurulu iken, Selçuklular Anadolu'ya geldiklerinde antik kentin aşağısında yer alan ovaya, bugünkü Ağlasun ilçesine yerleşmişlerdir.  Sagalassos Antik Kenti, bir Anadolu halkı olan Luviler tarafından kurulmuş ve M.Ö. 333 yılında Büyük İskender tarafından fethedilmiştir. M.Ö. 25 yılında ise Roma İmparatorluğu topraklarına katılmıştır. Burada bulunan yapıların çoğu Roma dönemine aittir. Sagalassos Antik Kenti 2009 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne alınmıştır.  Sagalassos, Roma İmparatoru Hadrian döneminde Roma İmaparatorluğu'nun Pisidia e

Salvador Dali'nin Evrenine Yolculuk

Salvador Dali yaşamı ve yapıtlarıyla beni kendisine hayran bırakan bir sanatçı. Bu nedenle onun doğduğu şehre gidip, onun kurduğu müzeyi görmek istedim. Salvador Dali, İspanya'nın Katalonya bölgesinde yer alan Figueres şehrinden. Dali Müzesi de yine bu şehirde bulunuyor. Figueres'e Barselona'dan trenle 1,5 saatte ulaşılabiliyor. Bu yaz Barselona'ya gittiğimde, oradan Figueres'e geçerek Dali'nin yaşadığı diyarı ve müzesindeki eserleri görme fırsatı buldum. Dali'nin müzesine doğru yürürken karşıma çıkan küçük bir meydanda buna rastladım, Dali! Müze girişine uzanan merdivenlerdeyim. Figueres çok büyük bir yer olmadığından yürüyerek müzeye ulaşmam zor olmadı.  Karşınızda Dali müzesi. Bu bina eskiden tiyatro binası olarak kullanılıyormuş. Bu dönemde Dali ilk sergisini yine bu binada açmış ve o zaman henüz 14 yaşındaymış. 1930'lu yıllarda İspanya iç savaşı sırasında harap hale gelen bu bina 1960'lı yıllarda belediye ta

Batı Karadeniz'in Gizli Hazinesi: Pompeiopolis Antik Kenti

  Roma İmparatorluğu'ndan kalan antik kentler denilince hep Ege ve Akdeniz bölgesi akla gelir. Oysa Karadeniz Bölgesi'nde de birçok antik kent bulunuyor. Yalnızca henüz kazıları tamamlanmadığı için çok fazla kişi tarafından bilinmiyor. İşte Kastamonu'nun Taşköprü ilçesinde yer alan Pompeiopolis Antik Kenti de bunlardan biri.  (Görsel: https://tr.wikipedia.org/wiki/Pontus_Krallığı) Kastamonu, geçmişte Karadeniz'de hüküm süren Pontus Krallığı sınırları içerisinde yer almaktaydı. M.Ö. 1. yüzyılda Romalılar'ın Pontus Krallığı'nı ortadan kaldırmalarının ardından Roma İmparatorluğu'nun Paflagonya eyaleti içerisine dahil edilmiştir. Pompeiopolis, şehri fetheden Romalı komutan Pompeius tarafından M.Ö. 65 yılında, Kastamonu'nun Taşköprü ilçesinde kurulmuştur. Kent daha sonrasında Roma İmparatorluğu'nun Paflagonya eyaletinin başkenti ilan edilmiştir. Türkler'in Anadolu'ya girmesinden sonra, 1213 yılında, bu bölge Çobanoğulları Beyliği'nin hakimiyet