Ana içeriğe atla

Pınara Antik Kenti

Yakın tarihte paylaştığım Likya Yolu: Ovacık (Fethiye)-Patara (Kaş) Etabı isimli yazımda, Likya Yolu rotası üzerinde birçok antik kent bulunduğundan bahsetmiştim. Bu yazıda, bunlardan biri olan, Muğla'nın Seydikemer ilçesi sınırları içerisinde yer alan  Pınara Antik Kenti'nden bahsedeceğim. 

Pınara Antik Kenti, Batı Likya'da, yukarıdaki fotoğrafta yer alan yürüyüş rotaları üzerinde bulunmaktadır. Pınara, Likya Birliği'ne dahil olan antik kentlerin en büyüklerinden biridir. Yine başka bir önemli Likya kenti olan Ksanthos Antik Kenti'nin nüfusu çok artınca Ksanthos'un yaşlılarının buradan ayrılarak Pınara'da yeni bir kent inşa ettiği rivayet edilmektedir. 

Pınara'da yaklaşık 2500 yıllık harika kaya mezarları bulunuyor. Yukarıda kaya mezarı bunların en güzel örneği. Antik kentin dere yatağının yanında bulunan kısmındaki bu kaya mezarları ev şeklinde inşa edilmiş. 

Bu kaya mezarının özelliği içindeki duvarlara Pınara Antik Kenti'nin planı çizilmiş olması. Böylelikle geçmişte Pınara'nın neye benzediğine ilişkin bir tahmin yürütülebiliyor. 

Pınara'da yukarıdaki örnekle aynı tarzda birçok kaya mezarı bulunuyor. Bunların tamamı dere yatağının yanındaki kayalığa oyulmuş vaziyette. 

Pınara'nın agorasına yani şehir merkezine ulaşmak için ise bu kaya mezarlarının yanından yukarıya doğru tırmanmanız gerekiyor. Burası biraz dik ve ayağınızın altındaki toprak kayıyor. Ama agoraya ulaştığınızda bu çabanıza değiyor.

Agoraya ulaştığınızda, karşıdaki tepenin yamacındaki kayalara oyulmuş kaya mezarları ile göreceksiniz. Bunlar dere yatağında gördüklerimiz gibi görkemli değil, oyuklar halinde. Ancak bir araya geldiklerinde harika görünüyorlar. 

Agora'nın, aşağıya, dere yatağına bakan kısmında geniş bir teras bulunuyor. Antik çağda burası kapalı mıydı bilmiyorum. Ancak ben burada yaşayan insanların buraya oturup doğayı izlemiş olduklarını düşündüm. 

Pınara'nın agorasında sizi böyle bir görüntü karşılayacak. Kentteki tüm yapılar büyük depremlerle yerle bir olmuş ve her yere saçılmış vaziyette. Pınara depremler neticesinde zamanla terk edilmiş. En son M.S. 8. yüzyıl civarında tamamen terk edildiği tahmin ediliyor. Pınara'da hiç kazı yapılmadığı için bunlar olduğu yerde duruyor. Fakat hep bu şekilde kalmasını tercih ederim. Bu haliyle çok doğal bir güzelliği var. 

Etrafınıza yığılmış bu kaya parçalarına dikkatli baktığınızda her birinin bir zamanlar görkemli yapıların parçası olduğunu anlıyorsunuz. Yukarıdaki fotoğrafta olduğu gibi, bu taşların doğa ile bütünleşmiş olmaları da ona apayrı bir güzellik katmış. 

Likya'daki kentlerin bir araya gelerek oluşturduğu Likya Birliği'ni anlatmış olduğum Antik Çağ'ın Cumhuriyeti Likya Birliği ve Başkenti Patara isimli yazımda; Likyalılar'ın eski bir Anadolu Uygarlığı olduğunu, kendilerine ait bir dilleri olduğunu (Likçe), bu dilin daha önceki tarihlerde burada yaşayan bir Anadolu kavmi olan Luviler'in dili Luvice ile akraba olduğunu, Hititler'in bu bölgeyi Lukka olarak adlandırdığını anlatmıştım. 

Yine aynı yazıda, Likyalılar'ın Troyalılar'ın yanında Troya Savaşı'na katıldığından bahsetmiştim. Bunlar arasında Lykos ve Pandoros da bulunmaktadır. Pandoros'un Pınara'lı olduğu, Troya Savaşı'ndaki kahramanlıkları nedeniyle Pınara'da kendisine çok saygı duyulduğu anlatılmaktadır. Homeros da İlyada adlı eserinde Troya'da savaşan Lykaon ve oğlu Pandoros'un Likyalı olduğunu belirtmiştir. Lykaon Troya Kralı Priamos'un oğlu, Paris ve Hektor'un üvey kardeşidir. Troya Savaşı'nda Akhilleus (Aşil) tarafından öldürülmüştür. 

Pınara'da geçmişte Likçe konuşulmaktayken, Büyük İskender'in fetihleri sonrasında başlayan Helenistik Dönem'de (M.Ö. 330-M.Ö.30) tüm Likya gibi Helenleşerek Likçe değil Helence/Grekçe konuşulmaya başlanmıştır. 

Pınara'nın Likçe'deki adı Pinale'dir. Konuşulan dil değiştiğinde Pınara ismi kullanılmaya başlanmıştır. Pınara Antik Kenti günümüzde Minare Köyü yakınlarında bulunmaktadır. Yani bu yerleşimin adı, binlerce yıl içerisinde, Pinale, Pınara, Minare şeklinde evrilmiştir. Bir yerin adının o bölgeye farklı ırklar ve kültürler yerleştikçe kendi dillerine göre uyarlanarak binlerce yıl yaşatılması çok güzel bir şey. Yalnızca burada değil, Anadolu'nun birçok yerinde geçmişten gelen ve Türkçe'ye uyarlanan yer adları var.

Yazının başında dere yatağındaki kaya mezarlarından ve sonrasında ise tepenin yamacına oyulmuş mezarlardan bahsetmiştim. Pınara'nın agorasında, bu iki mezar tipinden farklı olarak, üçüncü bir tür olan lahit mezarlar bulunuyor. Bunlar tüm Likya'da gördüğümüz Likya tipi olarak adlandırılan mezar yapıları.

Agorada yürümeye devam ederken, sağ tarafta, geçmişte bouleterion (meclis binası) ve odeon (konser alanı) olarak kullanılan yapının kalıntılarını göreceksiniz. Burası depremlerde çok fazla hasar görmüş ve çoğunlukla yıkılmış halde. 

Tiyatronun arka tarafına doğru yürüdüğünüzde ise bu kez yukarıdaki fotoğrafta yer alan kaya mezarını göreceksiniz. Bu kaya mezarının üzerinde boğa boynuzlarını görmektesiniz. Geçmişte boğa çok kutsal bir hayvan olduğundan boğa başları birçok farklı alanda kullanılmıştı. 

Yukarıda Pınara'da yer alan üç farklı mezar yapısından bahsetmiştim. Bu ise dördüncü oluyor. Bu çok ilginç bir durum, çünkü genelde bir antik kentin nekropol alanı bulunur ve orada o kentin kültürüne özel mezarlar bulunur. Pınara'da ise kentin farklı alanlarında farklı mezar yapıları bulunuyor.

Burada ilerlediğinizde sizi çam ağaçları ile kaplı çok güzel bir alan karşılayacak ve hemen karşınızda Pınara'nın antik tiyatrosunu göreceksiniz. Az önce bouleterion-odeon yapısının yıkılmış halde olduğundan bahsetmiştim; buna karşın tiyatro neredeyse sapasağlam bir halde duruyor. Bu tiyatronun yaklaşık 2300 yıllık olduğunu düşündüğünüzde bu muhteşem bir şey. Burada biraz vakit geçirip manzaranın ve çam ağaçlarının serinliğinin tadını çıkarmanızı tavsiye ediyorum. 

Bu mükemmel manzara eşliğinde yazımı bitiriyorum. Bir sonraki yazıda, Pınara'ya çok yakın mesafede bulunan başka bir Likya kenti olan Sidyma'dan bahsedeceğim. 

Yorumlar