Ana içeriğe atla

Antik Çağ'ın Cumhuriyeti Likya Birliği ve Başkenti Patara

Bir önceki yazımda Likya Yolu'ndan bahsetmiş, yürüyüş notlarımı paylaşmıştım. Likya Yolu çok popüler olsa da Likyalılar'ın kim olduğu konusu çok detaylı bilinmiyor. Bu nedenle bu yazımda Likyalılar'ı ve yukarıdaki fotoğrafın çekildiği yer olan başkentleri Patara'yı anlatmak, ayrıca tarihteki ilk demokratik yönetim biçimi olan Likya Birliği'nden bahsetmek istedim. 

Bu yazıyı hazırlarken Homeros'un İlyada'sı, Heredot'un Tarih'i ve Strabon'un Geographika (Coğrafya)'sını da elime alarak bu antik kaynaklarda Likyalılar ile ilgili bilgilerin olduğu yerleri de tekrar okuyup bazı kısımlarını yazı içeriğinde paylaştım. 

Strabon, Likyalılar'ın bulunduğu coğrafyadan bahsederken "Tauroslar'ın dışındaki kıyılarda oturan Likyalılar" ifadesini kullanmıştır. Tauroslar, bugün Toros Dağları olarak bildiğimiz dağların eski adıdır. Yani Likyalılar Anadolu Beylikleri'nden Tekeoğulları Beyliği'nin bulunduğu yer olması nedeniyle Teke Yarımadası olarak adlandırdığımız, Batı Toroslar'ın güneyinde yaşamışlardır. Bu bölge Fethiye'den başlayarak doğuya doğru Antalya şehir merkezine kadar uzanmaktadır. Peki Likyalılar bu coğrafyaya nereden gelmiştir?

Heredot, Likyalılar'ın Girit'ten geldiğini, o zamanki adlarının Termiller olduğunu, daha sonrasında Atinalı Pandios'un oğlu Lykos'un adına ithafen Likyalılar olarak anıldıklarını belirtmektedir. Strabon da Heredot'a atıf yaparak, Girit'ten gelen Termiller'in (Termilas) Likyalılar'ın ataları olduğunu belirtmiştir. 

Ancak günümüzde yapılan araştırmalar Likyalılar'ın Girit'ten gelmediğini, Burdur'un eski adı Dirmil olan Altınyayla ilçesinden geldiklerini ortaya koymaktadır. Buradan, antik çağdaki Termil adının Türkler tarafından Dirmil olarak kullanılmaya devam edildiğini anlıyoruz. Yani Likyalılar Anadolu'nun yerli halklarından biridir.

Likya'nın adı Hitit tabletlerinde Lukka olarak geçmekte, buradaki dağ ise Hititler tarafından Patar Dağı olarak adlandırılmaktadır. Likya Birliği'nin başkenti ise Patara'dır. Hititçe ve Luvice akraba dillerdir. Bu örnekler Likyalılar'ın eski bir Anadolu halkı oldukları iddiasını sağlamlaştırmaktadır. Luviler Anadolu'nun en eski yerli halklarından biri olup Likyalılar'ın konuştuğu dil (Likçe) ise Luviler'in konuştuğu Luvice ile akraba bir dildir. Bu nedenle Likyalılar'ın Lukka'da yaşayan Luviler'in devamı olduğu düşünülmektedir. 

Görsel: "Siyasi Haritada Luviler"-İlya Yakubovich ;
Aktüel Arkeoloji Dergisi, Temmuz-Ağustos 2018 Sayısı

Bu ayrıntı neden önemli? Çünkü Helen (Yunan), Makedon, Romalı vb Anadolu'ya daha sonraları dışardan gelen halklardan önce bu topraklarda çok çeşitli Anadolu Uygarlıkları yaşıyordu. Likyalılar ve Karyalılar gibi sonradan Helenleşen ve Roma İmparatorluğu topraklarına dahil edilen Anadolu halklarının eski kimlikleri yok sayılarak Anadolu'daki antik şehirlerin hepsinin Yunan veya Romalılar tarafından kurulduğu düşünülmemelidir. 

Bilindiği üzere; Büyük İskender'in Anadolu'yu fethetmesinin ardından başlayan M.Ö. 330-M.Ö. 30 yılları arasındaki 300 yıllık süreç "Helenistik Dönem" olarak adlandırılmaktadır. Büyük İskender Doğu ve Batı halklarını ve kültürlerini sentezlemeyi amaçlamıştır. Bu dönemin Helenistik Dönem olarak adlandırılmasının sebebi Anadolu'nun Helenleşmiş yani Yunan/Grek kültürü etkisi altına girmiş olmasıdır. Helenistik Dönem'de Likyalılar da zamanla kendi dillerini bırakarak Helen dilini yani Grekçe'yi konuşmaya başlamışlardır. Büyük İskender'in fetihlerini yaparken izlediği yol haritasını yukarıdaki fotoğrafta paylaşıyorum. 

Homeros, Heredot ve Strabon eserlerinde Likyalılar'dan övgüyle bahsetmiştir.  Strabon, "Likyalılar öyle uygar ve nezih bir şekilde yaşamlarını sürdürdüler ki, şimdiye kadar hiç utanç verici kazanç istekleri olmadı ve atadan kalma Likya Birliği'nin nüfuz alanı içinde kaldılar" demiştir. 

Heredot'un, adetlerinin bir kısmı Giritliler'e bir kısmı ise Karyalılar'a benziyor dediği Likyalılar için yazdığı şu satırlar çok dikkat çekicidir: "Ama bir adetleri vardır ki, başka hiçbir ulusta rastlanmaz, babalarının değil analarının adını alırlar; bir Likyalı öbürüne kimlerdensin diye sorsa, kendi adından sonra anasının adını ve onun soyadını söyler."

Likya'nın önemli kentlerinden biri olan Ksanthos Antik Kenti'nin halkı Ksanthoslular'ın cesareti ve özgürlüklerine düşkünlükleri ile ilgili olarak Heredot şu satırları yazmıştır: "Likyalılar'a gelince, Harpagos ordusu Ksanthos Ovası'na indiği zaman, onlar da karşı koydular, bitmez tükenmez kuvvetlere karşı az sayı ile dövüştüler, yiğitlikle nam aldılar, ama yenildiler, kentlerine geri atıldılar, kadınları, çocukları, hazineleri ve köleleri kaleye doldurdular ve alttan, yandan ateşe verdiler, öyle ki, yangın kaleyi yerle bir etti. Bundan sonra birbirlerine korkunç yeminlerle bağlanarak düşmana saldırdılar ve Ksanthos'ta oturanların tümü de savaşarak ölmüş oldular. Bugün bütün Likya'da kendilerini Ksanthoslu diye tanıtanların, seksen ev dışında, hepsi de yabancıdır; bu seksen aile, o zamanlar ülkenin dışında bulunuyordu; bundan ötürü hayatta kalmışlardır. İşte Harpagos Ksanthos'u böyle aldı." Yukarıdaki fotoğrafta Ksanthos Antik Kenti'nden bir Likya tipi lahit örneği paylaşıyorum. 

Homeros, Troya Savaşı'nı anlattığı meşhur İlyada'sında, Troyalılar'ın yanında savaşan Likyalılar'dan da çokça bahsetmiştir. İlyada'da "Likyalılar'a Sarpedon ile kusursuz Glaukos komuta eder, gelmişler uzak Likya ülkelerinden, anaforlu Ksanthos'tan gelmişler" şeklinde belirtilmiştir. 

Homeros'un İlyada'sında, Hektor cesaretini ve inancını yitirdiğinde Sarpedon'un Hektor'u şu sözlerle kendine getirdiği aktarılmaktadır: "Biz nasıl dövüşüyoruz, baksana bize, biz ki yardımcınızdan başka bir şey değiliz. Ben ta uzaklardan geldim yardıma, anaforlu Ksanthos'tan geldim, uzak Likya'dan. Sevgili karımı, yavrumu bıraktım orada, yoksulların göz dikeceği bir sürü mal mülk bıraktım, savaşa sürüyorum Likyalılar'ı yine de, kendim de en öndeyim işte bak."

Troya Savaşı'nda yalnızca Likyalılar değil, birçok Batı Anadolu halkı da Troya'nın yanında savaşa katılarak onlara destek olmuştur. Yukarıdaki fotoğrafta görüleceği üzere; Troya Savaşı bir tarafta Yunan anakarası ve bağlı adalarından gelen Akha İttifakı, diğer tarafta Troya ve ona destek veren Batı Anadolu şehirleri arasında gerçekleşmiştir. Bu nedenle birçok yerde Atatürk'ün Çanakkale Savaşı ile Troya'nın intikamını aldığı şeklinde benzetmeler yapılmaktadır. Fakat popüler kültürde ne Troyalılar'ın ne Likyalılar'ın ne de diğer Anadolu halklarının kimliklerinden bahsedilmeksizin Antik Yunan devletlerinin kendi aralarında yapılan yani tarafların hepsinin Helen olduğu bir savaş gibi aktarılmaktadır. Troya ile ilgili daha detaylı bilgi için bu linke tıklayarak Troya Antik Kenti, Troya Savaşı, İlyada ve Odysseia isimli yazımı okuyabilirsiniz.

Görsel:https://www.thecollector.com/antiochus-iii-the-great-seleucid-king/

Likyalılar'dan bahsettikten sonra, şimdi de Likya Birliği'nden bahsetmek istiyorum. Büyük İskender, M.Ö. 334-333 yıllarında yaptığı seferlerle Likya da dahil olmak üzere Anadolu'nun büyük bir kısmını ele geçirmişti. Büyük İskender'in ölümünün ardından imparatorluğun toprakları onun komutanları tarafından kurulan devletler arasında paylaştırılmıştı. Likya da sırasıyla önce Ptolemaios Krallığı ve  Seleukos Krallığı egemenliği altına girmiş oldu.

Romalılar ile Seleukos Krallığı arasındaki savaşın neticesinde, M.Ö. 188 yılında bugün Afyon ilinin Dinar ilçesi sınırları içerisinde bulunan Apameia Antik Kenti'nde imzalanan Apameia Barışı ile Seleukos Krallığı Toros Dağları'nın batısındaki tüm topraklardan çekilmek zorunda kaldı. Bu topraklar Romalılar'a destek veren Bergama Krallığı ve Rodos Cumhuriyeti arasında paylaştırıldı. Bu kapsamda, Likya da Rodos egemenliği altına girdi. Yukarıdaki haritada, Apameia Barışı sonrasında, Pergamon ve Rodos'a bırakılan topraklar açık mavi ve açık yeşil renkleri ile gösterilmiştir. 

Ancak Likyalılar özgürlükleri için mücadele etmeye kararlıydılar ve Rodos yönetimini Roma'ya şikayet ediyorlardı. Bu esnada Rodos ile Roma'nın da arası açılmıştı. M.Ö. 167'de, Likya'da bulunan 23 şehir kendi aralarında bir konfederasyon kurarak Likya Birliği çatısı altında birleşmiş ve tarihin ilk demokratik yönetim biçimini meydana getirmişlerdir. Roma Senatosu Likya'nın bağımsızlığını tanımış ve Patara Antik Kenti de Likya Birliği'nin başkenti olmuştur. Likya'nın Pamphilya ile birleştirilerek "Lycia et Pamphylia" eyaleti olarak Roma İmparatorluğu'na bağlandığı M.S. 43 yılına kadar da bu şekilde devam etmiştir. Ancak Romalılar'ın egemenliği altına girdikten sonra dahi kısmen de olsa bağımsız kalabilmişlerdir.

Likya Birliği demokratik bir anayasa ile yönetiliyor, kararlar birliğe üye olan kentlerin oyları ile belirleniyordu. Demokrasinin beşiği olarak kabul edilen Atina'da ise yalnızca belli bir zümre oy kullanabiliyordu. Oysa Likya'da, 2000 yıldan daha eski bir zamanda, kadınların seçme ve seçilme hakkı bulunuyordu. Montesquieu, 1750 yılında yazdığı "Kanunların Ruhu" adlı eserinde, Likya Birliği'ni "federal cumhuriyetin en mükemmel örneği" olarak tanımlamıştır.

Strabon, Geographika adlı eserinde Likya Birliği'nin yönetimin biçiminden şu şekilde bahsetmiştir: "Oy hakkını paylaşan 23 kent vardır. Hangi kenti uygun gördüklerini seçtikten sonra, her kentten temsilciler birleşerek orada genel bir kongrede toplanırlardı. Kentlerin en büyüklerinin üç, orta büyüklükte olanların iki ve geriye kalanların da bir oy hakkı vardı. Keza bunlar aynı oranda yardımlaşmalar ve diğer komünyonlara ödemeler yaparlardı. Artemidoros, en büyük altısının Ksanthos, Patara, Pınara, Olympos, Myra ve Tlos olduğunu söylüyor. Bunların sonuncusu Kibyra'ya geçit veren boğazın yanındadır. Kongrede, onlar önce bir "Lykiarkes" ve sonra birliğin diğer memurlarını seçerlerdi ve yine burada genel adalet kurulu oluşturulurdu. Daha önceki zamanlarda savaş, barış ve antlaşmalar da bu kurulda görüşülürdü fakat şimdi bu sorunları, Romalılar'ın egemenliğine geçeli beri doğal olarak görüşmüyorlar; ancak Romalılar izin verdikçe ya da onların yararı söz konusu olunca, ayrıcalıklı olarak görülebiliyorlar. Yargıçlar ve yüksek memurlar kentler tarafından aynı oranda seçilirlerdi. Böyle iyi bir yönetimle yaşadıklarından, Romalılar'ın egemenliğinde dahi bağımsız kalabilmişlerdir." 

Likya Birliği'nin başkenti günümüzde Antalya ilinin Kaş ilçesi sınırları içerisinde bulunan Patara Antik Kenti'dir. Yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz yapı Patara'nın Bouleterion'u yani Meclis Binası'dır. Likya Birliği'nin toplantıları burada yapılmıştır. 

Amerika Birleşik Devletleri kurulurken de Likya'nın demokratik yapısı örnek alınmış; anaya oluşturulurken Likya örneği üzerinde tartışılmıştır. Bilindiği üzere ABD eyaletlerden oluşmaktadır. Likya Birliği de kentlerin bir araya gelmesi ile kurulmuştur. Likya Birliği'nde olduğu gibi ABD'de de her eyalet kendi kanunlarını yapabilmektedir. Likya Birliği'ne bağlı kentler büyüklükleri oranında oy hakkına sahip olduğundan ABD eyaletlerinin de aynı şekilde nüfusu oranında temsil edilmesi kabul edilmiştir. 

Strabon, Patara'nın konumunu şu şekilde tasvir etmiştir: "Ksanthos Irmağı'ndan yukarı doğru kayıkla on stadion çıkılınca Letoon'a ulaşılır ve tapınağın gerisinde altmış stadion ilerleyince Likya'nın en büyük kenti olan Ksanthos'a gelinir. Ksanthos'tan sonra, yine büyük bir kent olan, Pataros tarafından kurulmuş ve bir Apollon Tapınağı ile bir limanı bulunan Patara gelir." 

Strabon'un satırlarından da anlaşılacağı üzere, Patara eskiden bir liman kentiydi. Zaman içerisinde Ksanthos Irmağı'nın taşıdığı alüvyonlar ve kıyı akıntıları nedeniyle liman girişi kumla dolmuş ve Patara limanı denizden içeride kalmıştır. Denizle bağlantının kopması şehrin eski gücünü kaybetmesine neden olmuştur. Liman Caddesi ise depremlerle oluşan çökme sebebiyle sular altında kalmıştır. Günümüzde yapılan kazılarla caddenin bir kısmı ortaya çıkarılmıştır. Liman Caddesi'nin bugünkü görünümünü yukarıdaki fotoğrafta paylaşıyorum. 


Patara'nın Liman Caddesi'nden meclis ve tiyatroya uzanan yolun fotoğrafı ile yazımı bitiriyorum. Likya Yolu yürüyüşü ile ilgili notlarım için Likya Yolu: Ovacık (Fethiye)-Patara (Kaş) Etabı isimli yazımı okuyabilirsiniz.

Yorumlar

  1. Çok güzel bir yazı olmuş. İlknur Hanım. Elinize ve emeğinize sağlık. Özellikle yönetim biçimiyle alakalı verdiğiniz bilgi gayet isabetli. Gerçekten de ABD gibi federal sistemle yönetilen devletler ve Yeni Çağ'da hüküm süren İtalya Şehir Devletleri gibi denizci cumhuriyetler, siyasi yapılarını Antik Yunan şehir devletlerine benzetmiştir. Niccolo Machiavelli, ünlü yapıtı Prens'te Venedik, Floransa, Cenova, Milano ve Pisa gibi şehir devletlerinin idari yapılanmasını Antik Yunan'da hüküm süren Atina, Thebai ve Sparta gibi devletlerin yapılarına benzetir ve doğru idari yapılanmanın bu olduğunu söyler. Ona göre idari ve ilmi özgürlük müteşebbisliği artırarak ülkelere barış ve refah getirecektir. Rönesans, bu felsefe üzerine inşa edilmiştir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beğenmenize sevindim, yorumunuz için teşekkür ederim 🙏🏻

      Sil

Yorum Gönder