Avrupa çapında korunmaya değer bakir yabani alanlar PAN Park Sertifikası ile sertifikalandırılıyor. Türkiye’nin ilk ve Avrupa'nın 13. PAN Park sertifikalı alanı ise Kastamonu sınırları içerisindeki Küre Dağları Milli Parkı. Bu yazıda size Küre Dağları Milli Parkı'ndaki muhteşem doğal güzelliklerden, dünyaca ünlü kanyon ve mağaralardan bahsedeceğim.
Öncelikle kanyonlar ile başlayalım. Horma Kanyonu ve Valla Kanyonu’nu Küre Dağları Milli Parkı içerisinde yer alan dünyaca ünlü kanyonlar. Eskiden çok derin ve çok tehlikeli olmaları nedeniyle yalnızca profesyonel dağcılar tarafından görülebilmekteydi. Son yıllarda daha popüler olma nedenleri artık turizme açılmış olmaları.
Birkaç yıl önce Horma Kanyonu’ndaki kayalara çakılan ahşap platformlar ile yapılan 3 km uzunluğundaki bu yürüyüş yolu sayesinde kanyon herkes için ulaşılabilir ve görülebilir hale geldi. Başlangıcının pandemiye denk gelmesine rağmen kısa süre içerisinde çok fazla ziyaretçi alarak herkes tarafından merak edilen bir yer oldu.
Bu platform kimi yerlerde gerçekten çok yüksekten geçiyor. Ancak gayet güvenli. Her yaştan herkesin yürüyebileceği bir yol. Normalde ben de bu yükseklikten korkabilirdim. Ancak gördüklerim karşısında büyülenmekten korkmaya fırsat kalmadı.
Burada hiç bozulmamış, dokunulmamış bir doğa var. Hem vahşiliği hem de zerafeti birlikte sunuyor.
Bizim çektiğimiz amatör fotoğraflarda bile bu kadar muhteşem gözüken bir doğayı gözlerinizle gördüğünüzde büyüleneceğinize emin olabilirsiniz.
Horma Kanyonu'nundaki bu yürüyüş parkurunun bitiş noktasında ise Ilıca Şelalesi'ni göreceksiniz. 10 metre yükseklikten dökülen bu şelale ve oluşturduğu havuz da gerçekten görülmeye değer.
Valla Kanyonu ise dünyanın ikinci en derin kanyonu olma ünvanını taşıyor. Valla Kanyonu'nun derinliği bazı noktalarda 1.000 metreyi aşıyor.
Valla Kanyonu’nu Horma Kanyonu’nda olduğu gibi yürüyüş parkuru ile geçme şansına sahip değilsiniz. Burası gerçekten çok derin ve tehlikeli. Burayı geçmeye çalışırken hayatını kaybedenler oldu. Fakat Burgu Seyir Terası'na giderek Valla Kanyonu'nu yukarıdan görebilirsiniz.
Seyir terasına giden yolun kendisi bile görülmeye değer.
Ormanın içindeki yolu bitirdikten sonra bu merdivenleri takip ederek tepenin başındaki terasa doğru ilerliyoruz.
İşte bahsettiğim seyir terası burası. Valla Kanyonu'nu gören yüksek bir noktaya kurulan bu terastan kanyonu doyasıya izleyebilirsiniz.
Bu teras inanılmaz yüksek bir yerde. Aşağıya bakmak hem heyecanlandırıyor hem de korkutuyor.
Küre Dağları Milli Parkı’nda yukarıda bahsettiğim kanyonları görmenin dışında Ilgarini Mağarası yürüyüş yolunda trekking yapabilirsiniz. Fakat bu yürüyüşü mutlaka bir rehber eşliğinde yapmalısınız.
Çünkü girişteki bu bilgilendirme levhasından da göreceğiniz üzere burası zor bir parkur. Uzunluğunun 2,5 km olması sizi yanıltmasın. Parkur düz değil. Kimi yerlerde tırmanmanız, kimi yerlerde ağaçların sık dalları arasından geçmeye çalışırken yönünüzü bulmanız gerekiyor.
Bir uçtan diğer uca yürümek en az 2 saat sürüyor. Elbette bu süre engebeli bir arazide kesintisiz ve hızlı yürüyebilenler için. Profesyonel değilseniz daha uzun süreceğini, buna mağaraları gezdiğiniz süre de eklenince gidiş-dönüş toplamda yaklaşık 6 saat ormanda kalacağınızı bilerek gitmelisiniz.
Evet bu da "Taş ve Kaya Düşmelerine Dikkat Edelim" ve "Yaban Hayvanı Çıkabilir" uyarısı, yani halk dilinde bilinen haliyle "Taş düşebilir, ayı çıkabilir" :) Her ne kadar bu uyarı bir espri haline gelse de, bu yazıyı okuduğunuzda hem sık ve gür ormanlık alanlar ile yüksek dağlar hem de devasa kayalıklarla dolu bir doğada bu uyarının ne kadar gerekli olduğunu, basit bir espri olmadığını anlamış olmalısınız.
Yazının başında belirttiğim gibi, bu bölge birkaç yıl önce turizme açıldı. Kastamonu turizm konusunda çok başarılı olmadığından herkes yeni yeni farkına varıyor. Hatta Kastamonu'nun Karadeniz kıyısında olduğunu bilmeyen kişiler de var. Oysa Kastamonu'da hem deniz hem de dağ turizmini birlikte yapabiliyorsunuz.
Burada Likya Yolu'ndaki gibi ağaçlar ve kayalar üzerindeki işaretlemelerden yolunuzu buluyorsunuz. Ancak çok sık bir orman olduğundan Likya Yolu'ndan daha karmaşık. Bu nedenle yolunuzu kaybetmemek için bu yürüyüşe bir rehberle gitmeniz gerektiğini tekrar ediyorum.
Yukarıda, yolun hafif ve tatlı kısımlarından fotoğraflar paylaşıyorum. Yolun "beni burada bırakın, ayılar yesin umrumda değil, dayanamıyorum" kısımlarını kalbime gömdüm :) Dönüşte bir kayadan diğerine atlarken ayağımı burktuğumu ve canım yanarak yürümeye devam ettiğimi de unuttum. Tüm zorluklarına rağmen güzel bir yoldu, iyi ki yürümüşüm.
Bu satırlar yıllar öncesinde kalan eski bir aşka yazılan sözlere benzedi :) Ama ben sevdiğim her şeyi tutkuyla seviyorum, doğayı bile :)
Ilgarini Mağarası'na uzanan bu yol üzerinde iki mağarayı daha görme şansınız oluyor. Rota üzerindeki ilk mağara yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz Mantar Mağarası.
Mağarayı görmek için, yukarıdaki fotoğrafta yer alan merdivenleri kullanarak yürüyüş yolundan aşağıya inmeniz gerekiyor. Bu merdivenler ve etrafındaki bitki örtüsü bile tek başına çok büyüleyici. Mağaradan çok onu izledim diyebilirim :)
Yol üzerindeki ikinci mağara ise Ejder Mağarası. Fotoğrafta gördüğünüz bu balkon sayesinde mağarayı yukarıdan görebilirsiniz. Aşağısı çok derin, bu balkondan aşağıya 70 metrelik bir iniş var. Buraya inmek yalnızca profesyonel dağcıların yapabileceği bir aktivite. Yine de buradan görebilmek bile büyülenmeye yetiyor.
Saatlerce süren yürüyüşten sonra nihayet Ilgarini Mağarası'nın önündeyiz.
Ilgarini Mağarası dışarıdan bu şekilde görünüyor. Bu mağara, dünyanın en derin 4. mağarası olarak biliniyor. Mağaranın girişinden içeriye doğru uzunluğu 858 metre. Derinliği ise 250 metre.
Mağaranın içinden girişe baktığınızda ise karşınızda göreceğiniz manzara yukarıdaki fotoğrafta. Buraya ulaşana kadar saatlerce zorlu orman yollarını aşarak yürüdüğümüz için bitkin düşsem de burada oturduğumda karşıma çıkan manzara iyi ki gelmişim dedirtiyor.
Ilgarini Mağarası’na gittiğimizde mağaraya yukarıdan iple inen dağcılar vardı. Kıskandığımı itiraf etmeliyim. Ama bu herkesin kolaylıkla yapabileceği bir aktivite değil. Heyecan verici ama tehlikeli.
Mağaranın iç kısmına doğru ilerlediğinizde Roma ve Bizans dönemine ait şapel, mezar ve sarnıçlar bulunuyor. Daha doğrusu bulunuyormuş, çünkü mağaranın derinlikleri karanlık, ıslak ve yer yer yarasalı olduğundan ben o kadar derinlere gidemedim :)
(Görsel: Ergün Laflı-Chris Lightfoot-Max Ritter, “Byzantine coins from Hadrianoupolis in Paphlagonia”, Byzantine and Greek Studies 40 (2), s. 188) |
Roma ve Bizans dönemi eserlerinden bahsetmişken, kısaca Kastamonu'nun Romalılar ile ilişkisinden de bahsetmeliyim. Geçmişte Pontus Krallığı sınırları içerisinde yer alan Kastamonu, M.Ö. 1. yüzyılda Roma İmparatorluğu tarafından fethedilerek Roma'nın Paflagonya eyaletinin bir parçası haline gelmiştir. Bu eyaletin sınırlarını yukarıdaki haritada görebilirsiniz.
Kastamonu, önce Türk beyliklerinden Çobanoğulları ve daha sonrasında yine başka bir Türk beyliği olan Candaroğulları hakimiyetine geçtiği 1227 yılına kadar Doğu Roma İmparatorluğu sınırları içerisinde yer almıştır. 1461 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı İmparatorluğu'na bağlanmıştır.
Görsel: http://www.kastamonu.gov.tr/tarih |
M.Ö. 64 yılında Romalılar tarafından Kastamonu'nun Taşköprü ilçesinde Pompeiopolis Antik Kenti kurulmuştur. İlçeye adını veren köprü de Roma döneminden kalmıştır. Bir dönem Roma eyaletinin başkenti olan bu antik kentin tıpkı Efes gibi büyük bir yerleşim olduğu söyleniyor.
Pompeiopolis Antik Kenti'nde 1983 yılında bir kısım kurtarma çalışmaları başlasa da sistematik olarak kazılar tam anlamıyla 2006 yılında başladı. Geçtiğimiz yıllarda 12 aylık arkeolojik kazılar kapsamına alındığı için kazı çalışmaları hız kazandı.
Biz çocukluğumuzdan beri bu antik kentin gün yüzüne çıkmasını bekliyoruz. Ancak bugün ziyaret ettiğimiz birçok antik kentin yaklaşık 100 yıl önce kazılmaya başlandığını, hatta bazılarındaki kazı çalışmalarının neredeyse 150 yıl öncesine dayandığını düşünürsek, tamamen gün yüzüne çıkarılması için uzun bir zamana ihtiyacı var. Neyse, artık Pompeiopolis'i de torunumla gezerim :)
Yorumlar
Yorum Gönder