Ana içeriğe atla

Budapeşte: Kanuni, Budin, Attila ve Hunlar


Son yazılarımda Balkanlar'ı ve bu bölgedeki Osmanlı etkisini anlatmıştım. Balkanlar'ı bitirdik; fakat Macaristan'ın başkenti Budapeşte de bir zamanlar Osmanlı topraklarına dahil olduğundan, bu yazıyı Balkanlar serisinin devamına eklemenin uygun olacağını düşündüm. Bu yazıda da Osmanlı'ya değineceğim; fakat yazının sonunda konu bu kez çok daha eskiye, Hun İmparatorluğu'na bağlanacak. Zira Macarlar atalarının Hunlar olduğunu ve Türkler ile aynı soydan geldiklerini belirtiyorlar. 

Budapeşte şehri Tuna nehrinin iki yakasına kurulmuş olan Buda ve Peşte'nin birleşiminden oluşmaktadır. Şehir resmi olarak 1873 yılında birleşmiştir. 1849 yılında yapılan Széchenyi Zincirli Köprü Buda ve Peşte'yi birbirine bağlamaktadır. Yukarıda fotoğraf bu köprü üzerinde çekildi. 


Budapeşte, Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1526 yılında, Mohaç Muharebesi ile fethedilmiş; 150 yıl Osmanlı hakimiyetinde kaldıktan sonra 1686 yılında Avrupalı devletlerin oluşturduğu Kutsal İttifak ile Osmanlı arasındaki savaşın neticesinde Osmanlı hakimiyeti sona ermiştir. Şehrin "Buda" olarak adlandırılan kısmı Osmanlı kaynaklarında "Budin" olarak geçmektedir. Bu nedenle tarih derslerinde Budin olarak bahsedilen yerin bugün Budapeşte sınırları içerisinde olduğunun belirtilmemesini bir eksiklik olarak görüyorum. 

Budapeşte 1867'de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun iki başkentinden biri olmuştur. Diğer başkent ise elbette Viyana. 1. Dünya Savaşı'nın sonunda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun yıkılması ile Macaristan ayrı bir ülke olmuştur. 

Bildiğiniz üzere; Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 1 Dünya Savaşı'nda İttifak Devletleri arasında olup Alman İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu ile aynı safta savaşmıştır. Dolayısıyla Almanya yenilince biz de yenilmiş sayıldık klişesinin tek muhatabı Osmanlı değildi :) Avusturya-Macaristan da büyük bir yenilgi yaşamıştı. 


Şimdi biraz şehri gezelim. Budapeşte'de sokakları turlarken görkemli tarihi binalar görüyorsunuz. Ancak bunlar Paris'teki gibi beyaz binalar değil, Orta Avrupa'nın kasvetli havasının üstüne çöktüğü kahverengi tonları ağırlıklı binalar. O nedenle Budapeşte yerine güneşli bir günde Paris sokaklarında yürümeyi tercih ederim yine de :)



Budapeşte'nin en önemli yapılarından biri yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz Parlemento Binası. Geceleri ışıklandırılmış hali ile de oldukça göz alıcı gözüküyor. 


Şimdi gelelim şehrin tarihi kısmı olan "Buda" tarafına. Burada gidilmesi gereken ilk yer fotoğrafta gördüğünüz Buda Kalesi ve Sarayı. Kale ve saray kompleksine yürüyerek veya teleferik ile ulaşabilirsiniz. Teleferik yalnızca tembellikten değil, nostaljik bir teleferik keyfi için de kullanılabilir :) Dönüşte yürümeyi tercih edebilirsiniz; yürüyüş için de keyifli bir yol. 


Kale içerisinde bulunan St. Matthias Kilisesi Orta Çağ'dan kalan oldukça görkemli bir gotik kilise. Budin (Buda) Osmanlılar tarafından fethedildiğinde burası camiye dönüştürülmüş. Bu benim asla doğru bulmadığım bir şey; fakat tarih boyunca hep gerçekleşmiş. 



Kaleye çıktığınızda Balıkçı Tabyası'ndan şehrin tamamını görebilirsiniz. Burada sizi güzel bir manzara ve fotoğraf çektirmek için yer kapmaya çalışan bir sürü turist karşılayacak :)


Nasıl ki İstanbul'da boğaz turu yapan turist gemileri var ise aynısı Budapeşte'de de var. Burada da Tuna nehri üzerinde bir tur yapabiliyorsunuz. İstanbul Boğazı'nın güzelliği ile asla karşılaştırılamaz. Ama haklı çıkmak için bunu da denemek istedim :)


Budapeşte'den kıymetli bir hatıranın önündeyiz şimdi. Burası Budapeşte Atatürk Parkı ve bu parkta bir Atatürk büstü de yer alıyor. Buraya tam 29 Ekim'de gitmiştim. İnanılmaz duygulandıran bir anıydı. Dünyanın bir çok yerinde Atatürk heykelleri veya onun adının verildiği cadde ve sokaklar var. Bazı kesimler istediği kadar inkar etsin, Atatürk büyük bir devlet adamı ve büyük bir askerdir.  


Bu kısımda ise Macaristan Ulusal Müzesi'nde gördüğüm eserlerden notlar aktarmak istiyorum. Yazının başında belirtmiş olduğum gibi; Buda şehri Kanuni tarafından fethedilmiş ve 150 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalmıştır. Bu nedenle müzede Osmanlı'dan da izler var. Müzede Osmanlı işgali altındaki döneme ilişkin ayrı bölüm bulunuyor. Macaristan'da Osmanlı değil "Török" yani "Türk" kelimesini kullanıyorlar; tabelada da bu şekilde belirtilmiş.


Kanuni Sultan Süleyman'ın portresi ile başlayalım. Bu portrenin ressamı bilinmiyor. Ayrıca bir detay olarak; Kanuni Batı ülkelerinde Muhteşem Süleyman olarak bilinse de portenin altındaki açıklamada Sultan Süleyman yazıyor. 


Yukarıdaki resimde gördüğünüz Sultan II. Mustafa, Osmanlı padişahları içerisinde sefere çıkan son padişahtır.  Avusturya seferinde başarısızlığa uğramasının ardından 1699 yılında Karlofça Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma, tarih derslerinden bildiğiniz üzere, Osmanlı'nın Gerileme Dönemi'nin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Zira; bu antlaşma ile Osmanlı ilk kez büyük çapta toprak kaybetmiştir. Aşağıda bu bölümde gözüme çarpan diğer parçaları paylaşıyorum.


17. yüzyıla ait bir Uşak halısı. 

 

17. yüzyıla ait deri çanta ve terlik. 


Şimdi Kanuni'yi ve Budin'i geride bırakarak, çok daha eski çağlara, Hun İmparatorluğu'na gidiyoruz. Zira; yazının başında da belirttiğim üzere, Macarlar kendilerinin Hun kökenli olduğunu, Avrupa'ya sonradan yerleştiklerini, dolayısıyla Türkler ile aynı atadan geldiklerini söylüyorlar. Macaristan Ulusal Müzesi'nde yer alan yukarıdaki harita Macarlar'ın atalarının Karadeniz'in kuzeyinden Orta Avrupa'ya yaptıkları göçü tasvir ediyor. 

Macarlar Avrupa'da 434-453 yılları arasında hüküm süren Hun İmparatoru Attila'yı ataları olarak kabul ediyorlar ve kendilerini Avrupa Hunları olarak tanımlıyorlar. Budapeşte'de Avrupa Hun İmparatoru Attila'nın da bir heykeli bulunuyor. Atilla Avrupa'da çok büyük korku salmış olup Avrupa kaynaklarında "Flagellum Dei" yani "Tanrı'nın Kırbacı" olarak anılmaktadır. 

Bilinen en eski Türk devleti olan Büyük Hun İmparatorluğu M.Ö. 220 yılında kurulmuş ve M.Ö. 58 yılında dağılmıştır. Avrupa Hun İmparatorluğu'nun da Orta Asya'da kurulan Büyük Hun İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra ortaya çıkan devletlerden biri olduğu belirtiliyor. 

Teoriye göre, Hunlar'ın bir kısmı Karadeniz'in kuzeyi üzerinden Batı'ya doğru ilerlemeye başlamış, onlardan kaçan Vandallar, Ostrogotlar ve Vizigotlar Avrupa'ya doğru ilerlemiştir. Böylelikle Avrupa'ya, bugünkü Macaristan topraklarına yerleşen Avrupa Hunları kavimler göçünü başlatmışlardır. Kavimler göçü milattan sonra 350-800 yılları arasında gerçekleşmiştir. 

Ancak Macarlar'ın teorisini açıklamak için Hunlar'dan daha da eskiye gidip İskitler'den de bahsetmem gerekiyor. Çünkü yukarıda paylaştığım haritanın üzerinde bulunan açıklamada bugünkü Macaristan topraklarına gelen bu kişilerin Karadeniz'in kuzeyinde yaşayan İskitler olduğu yazılıydı. İskitler'i biz lisede tarih derslerinde anlatılan meşhur hükümdarları Alp Er Tunga vasıtasıyla tanıyoruz. İskitler'in Türk olup olmadığı da çok tartışılmıştır. 

 ( Görsel: https://tr.wikipedia.org/wiki/İskitler )

Yukarıdaki haritada Scythia'yı, yani İskitler'in yaşadığı toprakları görmektesiniz. M.Ö. 484 yılında günümüzde Bodrum olarak bildiğimiz Halikarnassos'ta doğan ünlü tarihçi Heredot, meşhur "Tarih" adlı eserinde İskitler'den de bahsetmiştir. Heredot'un yaşadığı dönemde henüz Türkler Anadolu'ya gelmediği gibi, Büyük Hun İmparatorluğu dahi kurulmamıştı. İskitler M.Ö. 8. yüzyıl ve M.Ö. 3 yüzyıl arasına tarihlenirken, Büyük Hun İmparatorluğu M.Ö. 220 yılında kurulmuştur.

Kitabı okurken İskitler ile ilgili dikkatimi çeken kısımların altını çizmiştim, bunları sizinle de paylaşmak istedim. Heredot Scythler olarak bahsettiği İskitler'in kökenini şöyle ifade ediyor: "Göçebe Skythler Asya'daydılar; Massagetlerle yaptıkları bir savaştan yenik çıktılar Araxes ırmağını geçtiler, Kimmerler'in yanına göç ettiler." 

Heredot'un bahsettiği Kimmerler, daha sonra İskitler'in baskısı sonucunda Anadolu'ya geçmişlerdir. Yine burada bahsi geçen Massagetler'i de Skythler ile karşılaştıran Heredot Massagetler'in de Skyth soyundan olabileceğini ifade ederek şunları söylemiştir: "Massagetler'in giyinişleri ve yaşamları Skythler'inki gibidir; atlı ya da yaya savaşırlar (çünkü her iki şekilde de savaşabilirler), okla ve kargıyla savaşırlar." Biz Massagetler'i ünlü kadın hükümdarları Tomris vasıtasıyla tanıyoruz. Heredot kitabında Tomris'ten de bahsetmiştir. 

Yine Heredot İskitler ile ilgili şu ifadeleri de kullanmıştır: "Kendilerine saldıran hiç kimse, onların ellerinden kurtulamaz ve kendileri istemedikleri sürece kimse onları bulup bastıramaz. Öyle insanlar ki, ne kentleri vardır, ne kaleleri, hepsi de atlıdır ve ok atarak savaşırlar. Evlerini peşlerinde taşırlar, zira ekip biçerek değil hayvancılıkla geçinirler, evleri arabalarıdır, böyle insanlar yenilebilir ele düşürülebilir mi?"

Heredot'un Orta Asya'dan geldiklerini belirttiği Scythler ile ilgili yaptığı bu ve diğer betimlemeler İskitler ile Orta Asya Türk kavimlerinin benzerliklerini gösteriyor. 


Yine Karahanlı Türkleri'nden Yusuf Has Hacip de 11. yüzyılda yazdığı Kutadgu Bilig adlı eserinde İskit hükümdarı Alp Er Tunga'dan Türk hükümdarı olarak bahsetmektedir. Kitabın Alp Er Tunga ile ilgili bölümünün fotoğrafını yukarıda paylaşıyorum. Bu arada her iki kitabı da Budapeşte'den döndükten çok sonra okumuştum. Bu anlamda bu yazıyı bu kitapları okumadan önce yazmadığıma seviniyorum :) "Çok gezen mi bilir, yoksa çok okuyan mı?" sorusuna her ikisini birlikte yapan şeklinde cevap veren biri olarak, bir kez daha bu cevabın doğruluğunu anlıyorum.

( Görsel: https://tr.wikipedia.org/wiki/Hun_İmparatorluğu )

Görüldüğü üzere; İskitler, bilinen en eski Türk Devleti olan Hun İmparatorluğu'ndan çok daha eskidir. Avrupa Hun Devleti'nin de Büyük Hun İmparatorluğu'ndan sonra kurulan devletlerden biri olduğu gözetildiğinde, Macarlar'ın müzedeki açıklamalarda tarihlerini Hunlar'dan da önceye dayandırdıklarını ve kendilerini Hun olarak tanımlamaları nedeniyle İskitler ve Hunlar arasında bağlantı olduğunu düşündüklerini anlıyorum. 

Macarca'nın Türkçe ile aynı dil ailesinden geldiğini, yani Ural-Altay dil ailesine ait olduğunu biliyoruz. Ural-Altay dil ailesinin Altay kolunda Türkçe, Moğolca vb. diller bulunurken, Ural kolunda Macarca-Fince-Estonca dilleri yer almaktadır. Bu üç dil Avrupa'daki dillerin yer aldığı Hint-Avrupa dil ailesine ait değildir.  Hunlar'a ait yazılı kaynak olsaydı, konuştukları dil incelenerek bağlantı kurulması mümkün olabilecekti. 

Tarih derslerinden hatırlayacağınız üzere, 552 yılında kurulan Göktürk Kağanlığı "Türk" adını devlet isminde kullanan ilk Türk devletidir. Yine, meşhur Orhun Yazıtları da Göktürkler tarafından Türkçe olarak yazılmış olup bilinen en eski Türkçe yazılı kaynaktır. Dolayısıyla Türk tarihinde Göktürkler'den öncesi kanıtlarla değil teorilerle anlatılabilmektedir. Hunlar'ın da, devamındaki Türk devletlerinin de aynı coğrafyada, yani Hazar Denizi ile Çin arasındaki Orta Asya topraklarında hüküm sürmüş olması ve benzerlik taşıması bu çıkarımları sağlamaktadır. Elimizdeki en önemli kaynak her zaman Çin kaynakları olmuştur. Çinliler Orta Asya Türkleri'nin komşusu olduklarından tarih kaynaklarında Türkler'den çokça bahsetmektedirler. Çin kaynakları da Göktürkler'in Hunlar'dan geldiğini ifade etmektedir. 

M.Ö. 1600 yılında Anadolu'da yaşayan Hititler devasa bir yazılı kaynağa sahip iken, Türkler'in bulunan ilk yazılı kaynakları 720-735 yılları arasına tarihlenen Orhun Yazıtları (Bilge Kağan Yazıtı ve Kül Tigin Yazıtı) ile Tonyukuk Yazıtları'dır. Bunlara ek olarak, geçtiğimiz yaz, Bilge Kağan'ın babası İlteriş Kağan'a ait daha eski bir yazıt bulunmuş ve biraz daha geçmişe gidilebilmiştir. 

Türk Tarih Kurumu'nun sitesinde İskitler ile Türk-Moğol toplumları arasındaki ortak özelliklerin incelendiği "İskitler ve Türk-Moğol Halklarına Ait Aynı Gelenekler, Kültler ve Psikolojik Özellikler" isimli bir makale bulunuyor. Bu makalede İskitler, Asya Hunları, Avrupa Hunları ve Göktürkler'deki hükümdarların defin merasiminde benzer gelenekler olduğundan bahsediliyor, benzer diğer unsurlara da atıf yapılıyor. Ayrıca, Heredot'un İskitler'in gelenekleri hakkında yazdıklarının Çin kaynaklarının Türk-Moğol gelenekleri hakkında yazdıkları ile örtüştüğünden de bahsediliyor. Makalenin tamamını bu linkten okuyabilirsiniz: https://belleten.gov.tr/tam-metin/272/tur 

Bir başlayınca susmak bilmiyorum değil mi? Gidiyorum ve sizi "Alp Er Tunga öldü mü, ıssız acun kaldı mı?", "Macarlar Hun mu?", "İskitler Türk mü?" gibi bir çok soruyla baş başa bırakıyorum :) Bu konuda fikrinizi söylemek isterseniz aşağıya yorumlarınızı bırakabilirsiniz. 

Yorumlar

  1. Buda'nın Budin olması beni gerçekten şaşırttı. Tarih derslerinde anlatılmaması da gerçekten eksiklik

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Antik Yunan

Efes Antik Kenti Antik Yunan medeniyeti her zaman ilgimi çekmiştir. Benim için bu ilgiyi doruğa ulaştıran ve bu eserlerin peşinden şehir şehir gezmeme neden olan şey yıllar önce Efes Antik Kenti'ni görmek oldu. Bu nedenle benim için Efes'in yeri ayrıdır. Efes Antik Kenti İzmir'in Selçuk ilçesinde yer almaktadır. Oldukça geniş bir alana yayılmış olan Efes Antik Kenti tiyatro, tapınaklar ve diğer eserler ile muhteşem bir görsel şölendir. Görkemli bir geçmişi olan Efes, bu toprakların Roma İmparatorluğu tarafından fethedilmesinin ardından, Asya eyaletinin başkenti olmuştur. Efes'te inşa edilen Artemis Tapınağı dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilmektedir. İngilizler tarafından götürülen Artemis Tapınağı'nın parçaları British Museum'da sergilenmekte   olduğundan, tapınağın bulunduğu yerde birkaç sütundan başka bir şey görmeniz mümkün değildir. Yukarıdaki Antik Yunan haritasından da göreceğiniz üzere, Efes dışında daha başka birço

Laodikya Kilisesi ve Roma İmparatorluğu'nda Hristiyanlık

Bir önceki yazıda Denizli'de bulunan Laodikya Antik Kenti'nden bahsetmiş ve Roma İmparatorluğu döneminden kalan eserleri anlatmıştım. Laodikya Antik Kenti'ndeki yerleşim Roma İmparatorluğu'nda Hristiyanlığın yayılmasından sonraki dönemde de devam ettiğinden bu antik kentin bir de kilisesi bulunuyor. Bu dönemde yapılan ilk kiliselerden biri olan Laodikya Kilisesi'ni anlatacağım bu yazıda Roma İmparatorluğu ve Hristiyanlığın ilişkisinden de bahsedeceğim.   Bildiğiniz üzere; Antik Yunan devletlerinde ve devamındaki Roma İmparatorluğu'nda çok tanrılı bir din anlayışı mevcuttu. Bizim Yunan Mitolojisi olarak adlandırdığımız yapı aslında o dönemdeki inanç sistemini oluşturuyordu. Dolayısıyla, Yunan ve Roma döneminden kalan antik kentlerdeki kutsal mekanlar Zeus, Apollon, Artemis gibi tanrı ve tanrıçalara adanan tapınaklardır.  Laodikya Antik Kenti'nde de, bir önceki yazımda bahsettiğim, Apollon, Artemis ve Afrodit'e adanan, yukarıdaki fotoğrafta yer alan tapına

Sagalassos Antik Kenti&Antoninler Çeşmesi

  Geçen hafta paylaştığım yazıda bahsettiğim üzere, bu yazımda Sagalassos Antik Kenti'ni anlatacağım. Elbette, 1.700 metre yükseklikte yer alan ve çok geniş bir alana yayılan bu büyüleyici yerde geçirdiğim 3,5 saati her detayıyla anlatmam mümkün değil.  Sagalassos Burdur'un Ağlasun ilçesinde yer alıyor. Ağlasun adı da Sagalassos'un zaman içerisinde türetilmesi ile verilen bir isim. Antik kent yüksek bir dağın yamacında kurulu iken, Selçuklular Anadolu'ya geldiklerinde antik kentin aşağısında yer alan ovaya, bugünkü Ağlasun ilçesine yerleşmişlerdir.  Sagalassos Antik Kenti, bir Anadolu halkı olan Luviler tarafından kurulmuş ve M.Ö. 333 yılında Büyük İskender tarafından fethedilmiştir. M.Ö. 25 yılında ise Roma İmparatorluğu topraklarına katılmıştır. Burada bulunan yapıların çoğu Roma dönemine aittir. Sagalassos Antik Kenti 2009 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne alınmıştır.  Sagalassos, Roma İmparatoru Hadrian döneminde Roma İmaparatorluğu'nun Pisidia e

Salvador Dali'nin Evrenine Yolculuk

Salvador Dali yaşamı ve yapıtlarıyla beni kendisine hayran bırakan bir sanatçı. Bu nedenle onun doğduğu şehre gidip, onun kurduğu müzeyi görmek istedim. Salvador Dali, İspanya'nın Katalonya bölgesinde yer alan Figueres şehrinden. Dali Müzesi de yine bu şehirde bulunuyor. Figueres'e Barselona'dan trenle 1,5 saatte ulaşılabiliyor. Bu yaz Barselona'ya gittiğimde, oradan Figueres'e geçerek Dali'nin yaşadığı diyarı ve müzesindeki eserleri görme fırsatı buldum. Dali'nin müzesine doğru yürürken karşıma çıkan küçük bir meydanda buna rastladım, Dali! Müze girişine uzanan merdivenlerdeyim. Figueres çok büyük bir yer olmadığından yürüyerek müzeye ulaşmam zor olmadı.  Karşınızda Dali müzesi. Bu bina eskiden tiyatro binası olarak kullanılıyormuş. Bu dönemde Dali ilk sergisini yine bu binada açmış ve o zaman henüz 14 yaşındaymış. 1930'lu yıllarda İspanya iç savaşı sırasında harap hale gelen bu bina 1960'lı yıllarda belediye ta

Batı Karadeniz'in Gizli Hazinesi: Pompeiopolis Antik Kenti

  Roma İmparatorluğu'ndan kalan antik kentler denilince hep Ege ve Akdeniz bölgesi akla gelir. Oysa Karadeniz Bölgesi'nde de birçok antik kent bulunuyor. Yalnızca henüz kazıları tamamlanmadığı için çok fazla kişi tarafından bilinmiyor. İşte Kastamonu'nun Taşköprü ilçesinde yer alan Pompeiopolis Antik Kenti de bunlardan biri.  (Görsel: https://tr.wikipedia.org/wiki/Pontus_Krallığı) Kastamonu, geçmişte Karadeniz'de hüküm süren Pontus Krallığı sınırları içerisinde yer almaktaydı. M.Ö. 1. yüzyılda Romalılar'ın Pontus Krallığı'nı ortadan kaldırmalarının ardından Roma İmparatorluğu'nun Paflagonya eyaleti içerisine dahil edilmiştir. Pompeiopolis, şehri fetheden Romalı komutan Pompeius tarafından M.Ö. 65 yılında, Kastamonu'nun Taşköprü ilçesinde kurulmuştur. Kent daha sonrasında Roma İmparatorluğu'nun Paflagonya eyaletinin başkenti ilan edilmiştir. Türkler'in Anadolu'ya girmesinden sonra, 1213 yılında, bu bölge Çobanoğulları Beyliği'nin hakimiyet