Floransa |
Rönesans öncesi Orta Çağ Avrupası kilisenin de etkisiyle bir karanlığa gömülmüş, Rönesans, Reform hareketlerinin de etkisiyle kilisenin baskısından kurtulan Avrupa için bir aydınlanma çağı olmuştur.
Bu dönemde Antik Yunan filozoflarının eserleri tekrar gündeme gelmiş ve çevirileri yapılmıştır. Ayrıca sanat alanında da Antik Yunan sanatı yeniden popülerliğini kazanmıştır.
Rönesans, Fransızca bir kelime olup, orjinali "Renaissance"dır. "Naissance" Fransızca "doğmak" anlamına gelmektedir. Re-naissance "yeniden doğuş" anlamını taşımaktadır.
Rönesans İtalya'da başlamıştır. Asıl çıkış noktası İtalya'nın kuzeyi, Floransa, Roma ve Venedik'tir.
Yukarıdaki haritada Rönesans dönemi İtalya haritasını görmektesiniz. Haritadan da göreceğiniz üzere; İtalya'nın kuzeyinde, Floransa, Venedik, Cenova gibi ticaretin de etkisiyle zenginleşen şehir devletleri bulunurken, güneyde Napoli Krallığı bulunmaktaydı.
İtalya'nın kuzeyindeki bu şehir devletlerini hepimiz tarih kitaplarından biraz biliyoruz aslında. Bizans ile ticari ilişkileri bulunan, İstanbul'un fethedilerek, Bizans egemenliğine son verilmesiyle Osmanlılar ile ticaret ilişkisi kurarak bu bölgedeki varlıklarını sürdüren bu devletler, Venedikli tacirler, Cenevizli tacirler şeklinde tarih kitaplarında bolca anılmaktaydı. Hatta Galata Kulesi de bir zamanlar Cenevizliler'e aitti.
Kuzeyin zenginliğine karşın güney daha yoksul durumda olmuştur. Ayrıca İtalya'nın güneyi bir dönem Araplar'ın egemenliğinde de kalmış olduğundan, İtalya'nın kuzeyi ve güneyi arasında tarihten gelen bir kültür ayrılığı bulunduğunu söyleyebiliriz.
Berlin'deki Pergamon Müzesi'ni gezerken, İslami eserlerin bulunduğu salonda Sicilya'dan bir eser gördüğümde şaşırmıştım. Yukarıdaki resimde yer alan eser 11.-12. yüzyıla ait, İtalya'nın güneyinde bulunan Sicilya'nın Arap egemenliği altında olduğu zamanlardan kalma.
Benim İtalya'daki kuzey-güney ayrımının keskinliğini ilk fark etmem, İtalya'nın güneyinden, Sicilya'dan bir arkadaşımın aktardığı bilgiler vasıtasıyla oldu. İtalya'da kuzey-güney ayrımının çok net olduğunu, birbirlerinden pek de hoşlanmadıklarını, aralarındaki kopukluğun tarihsel bağlılık olmamasından kaynaklandığını anlatmıştı. Hatta İtalya'nın güneyinde, kuzeylilerin anlamadığı bir yerel lehçenin de konuşulduğundan bahsetmişti.
Her bilgiyi kitaplardan öğrenemezsiniz. Aslında bir şehri veya ülkeyi ne sadece okuyarak ne de sadece gezerek tanıyabilirsiniz. Yerel insanlarla tanışmak, sohbet etmek gerekir. Çok okuyan mı bilir çok gezen mi derseniz, gezmeye başlamada önce okuyan araştıran, bu doğrultuda bilinçli bir şekilde yerel insanlarla bağlantı kurarak gezen, ardından gezdiği yerlerde fark ettiği ayrıntıları okuyan en iyisini bilir derim. Bu nedenle ben bu yolu izlemeye çalışıyorum.
Rönesans döneminin öne çıkan ve herkesçe bilinen sanatçıları, Leonardo, Raffaello, Michalengelo, Donatello olmuştur. Aslında bu isimler, Ninja Kaplumbağalar sayesinde çocukluğumuzdan beri hafızamıza kazılı :)
Yukarıdaki haritada Rönesans dönemi İtalya haritasını görmektesiniz. Haritadan da göreceğiniz üzere; İtalya'nın kuzeyinde, Floransa, Venedik, Cenova gibi ticaretin de etkisiyle zenginleşen şehir devletleri bulunurken, güneyde Napoli Krallığı bulunmaktaydı.
İtalya'nın kuzeyindeki bu şehir devletlerini hepimiz tarih kitaplarından biraz biliyoruz aslında. Bizans ile ticari ilişkileri bulunan, İstanbul'un fethedilerek, Bizans egemenliğine son verilmesiyle Osmanlılar ile ticaret ilişkisi kurarak bu bölgedeki varlıklarını sürdüren bu devletler, Venedikli tacirler, Cenevizli tacirler şeklinde tarih kitaplarında bolca anılmaktaydı. Hatta Galata Kulesi de bir zamanlar Cenevizliler'e aitti.
Pergamon Müzesi, Berlin |
Benim İtalya'daki kuzey-güney ayrımının keskinliğini ilk fark etmem, İtalya'nın güneyinden, Sicilya'dan bir arkadaşımın aktardığı bilgiler vasıtasıyla oldu. İtalya'da kuzey-güney ayrımının çok net olduğunu, birbirlerinden pek de hoşlanmadıklarını, aralarındaki kopukluğun tarihsel bağlılık olmamasından kaynaklandığını anlatmıştı. Hatta İtalya'nın güneyinde, kuzeylilerin anlamadığı bir yerel lehçenin de konuşulduğundan bahsetmişti.
Her bilgiyi kitaplardan öğrenemezsiniz. Aslında bir şehri veya ülkeyi ne sadece okuyarak ne de sadece gezerek tanıyabilirsiniz. Yerel insanlarla tanışmak, sohbet etmek gerekir. Çok okuyan mı bilir çok gezen mi derseniz, gezmeye başlamada önce okuyan araştıran, bu doğrultuda bilinçli bir şekilde yerel insanlarla bağlantı kurarak gezen, ardından gezdiği yerlerde fark ettiği ayrıntıları okuyan en iyisini bilir derim. Bu nedenle ben bu yolu izlemeye çalışıyorum.
Rönesans döneminin öne çıkan ve herkesçe bilinen sanatçıları, Leonardo, Raffaello, Michalengelo, Donatello olmuştur. Aslında bu isimler, Ninja Kaplumbağalar sayesinde çocukluğumuzdan beri hafızamıza kazılı :)
Leonardo da Vinci Floransa yakınlarındaki Vinci kasabasında doğmuştur. Michalengelo ve Donatello da Floransalı'dır. Raffaello Floransalı değildir, Urbina'da doğmuştur, ancak o da sonradan Floransa'ya gelerek diğer Rönesans sanatçılarının izinde yürümüştür.
Bu nedenle Floransa benim için ayrı bir öneme sahipti ve gittiğimde beni hiç hayal kırıklığına uğratmadı.
Floransa |
Dante, Floransa |
Floransa Katedrali |
Floransa Katedrali |
Floransa Katedrali |
Floransa Katedrali, Rönesans mimarisinin en güzel örneği. Rönesans ile Gotik mimari terkedilmiş, yeni bir mimari anlayış doğmuştur. Göğe doğru sivrilen yapılar yerine kubbeli yapılar inşa edilmeye başlanmıştır.
Katedral, Milano'daki Duomo kilisesi ile birlikte beni en çok etkileyen yapılardan biri oldu. Ama belki de Floransa Katedrali'nin, Milano'nun en işlek yerinde yer alan Duomo'nun aksine tarihi sokakların arasında yükselmesi onu daha da etkileyici kılıyor. Katedralin yanında ayrılıp, ara sokaklara sapıp uzaklaşmak istediğimde tekrar görmek için üç defa geri döndüm. Katedral o kadar büyük ki tek bir fotoğraf karesine sığdırabilmek imkansız. Bu nedenle farklı açılardan birkaç fotoğraf yüklemeyi tercih ettim.
Floransa Katedrali |
Floransa Katedrali |
Katedralin üzerindeki her bir küçük heykel ayrı bir sanat eseri. Burada kalıp saatlerce her bir ayrıntıyı hayranlıkla izleyebilir, yüzlerce fotoğraf çekebilirsiniz.
Floransa'daki Katedral 15. yy'ın ortasında tamamlanmış. Bu katedralin yapımında birçok mimar çalışmış olsa da onu tamamlayan ve günümüzdeki şeklini kazandıran mimar Flippo Brunelleschi olmuş. Brunelleschi de Floransalı'dır ve Rönesans mimarisinin kurucularından biri olarak kabul edilir.
Cantoria-Donatello, Floransa Katedrali |
Davud Heykeli-Donatello, Floransa |
Donatello ağırlıklı olarak heykel alanında çalışmıştır. Donatello'nun çok sayıda bronz heykel çalışması da bulunmaktadır. Bunların en ünlüsü yukarıdaki resimde gördüğünüz Davud heykelidir.
Floransa'daki bir başka meşhur Davud heykeli Michelangelo'ya aittir. Devasa boyutlardaki bu heykel, tüm şehri görebileceğiniz bir tepe üzerinde bulunmaktadır. Fotoğrafta görünen, heykelin bir kopyasıdır; daha iyi koruyabilmek adında heykelin aslı müzeye yerleştirilmiştir.
Floransa |
Davud heykelinin bulunduğu tepeye tırmandığınızda, karşınıza çıkan Floransa manzarası yukarıda resimdeki gibidir.
Michelangelo denilince Vatikan'daki Sistine Şapeli'nden bahsetmemek olmaz. Michelangelo'nun Şapel'in duvarlarına yaptığı resimler gerçekten olağanüstü. Duvarda gördüğünüz resim mahşer gününü tasvir ediyor.
Tasarımında Michelangelo ve Rafaello'nun da yer aldığı Vatikan'daki San Pietro Bazilikası da bir başka Rönesans eseri. Bazilika'nın yapımına Rönesans döneminde başlanıyor ama yapımı yüz yıldan fazla sürüyor ve 17 yy. başında bitirilebiliyor. Bu nedenle mimari açıdan Rönesans değil, geç Rönesans veya Barok olarak nitelendiriliyor.
Pieta-Michalengelo, San Pietro Bazilikası, Vatikan
|
Bazilika'da bulunan Michelangelo'ya ait "Pieta" adlı heykel burada yer alan en önemli eser.
Dünyanın en büyük kilisesi olan San Pietro Bazilikası'nın iç tasarımında hepsi birbirinden göz alıcı bir sürü resim ve heykel yer alıyor ama böylesine tıklım tıklım yerleştirilmiş yüzlerce eser beni etkilemiyor. Benim aklım ve kalbim hala Floransa Katedrali'nde :)
Vatikan'da bir diğer Rönesans sanatçısı Rafaello'nun Atina Okulu isimli eserini de görebilirsiniz.
Aslında Atina Okulu tek başına bir çalışma değil. Bir duvarında Atina Okulu isimli eserin bulunduğu odanın dört duvarının her birinde bir başka eser yer alıyor. Bunlar Şiir, Felsefe, Adalet ve Teoloji'yi simgeliyor. Atina Okulu Felsefeyi nitelendiren çalışma ve içlerinde en meşhur olanı. Bu oda Papa'nın kütüphane odası olarak tasarlanmış.
Aslında Atina Okulu tek başına bir çalışma değil. Bir duvarında Atina Okulu isimli eserin bulunduğu odanın dört duvarının her birinde bir başka eser yer alıyor. Bunlar Şiir, Felsefe, Adalet ve Teoloji'yi simgeliyor. Atina Okulu Felsefeyi nitelendiren çalışma ve içlerinde en meşhur olanı. Bu oda Papa'nın kütüphane odası olarak tasarlanmış.
Santa Maria della Grazie, Milano |
İsa'nın Son Yemeği- Leonardo da Vinci, Santa Maria della Grazie |
Her ne kadar yazının gidişatında son kısımda yer alsa da, şüphesiz, Rönesans denilince ilk akla gelen isim Leonardo da Vinci'dir. Leonardo'nun Milano'da bulunan Santa Maria delle Grazie'nin duvarına çizdiği L'Ultima Cena, bizim bildiğimiz ismiyle İsa'nın Son Yemeği muhteşem bir eser ve onu görmüş olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum.
Leonardo'nun bu eserini görmek için en az bir ay öncesinden rezervasyon yaptırmak gerekiyor, bu nedenle Milano'ya yolunuz düşerse sonradan pişman olmamak için hazırlıklı olun. Belirli bir süreden fazla içeride kalamıyorsunuz ve fotoğraf çekmek yasak. Yukarıdaki fotoğrafı internetten bulup yükledim.
Mona Lisa, Leonardo da Vinci'nin en meşhur eseri. Ancak benim için çok büyük bir anlam ifade etmiyor. İsa'nın Son Yemeği'ni göreceğim için çocuk gibi heyecanlıydım ama Paris'teki Louvre Müzesi'nde sergilenen ve önündeki dehşet kalabalığın hiç eksilmediği Mona Lisa bende aynı hisleri uyandırmadı.
Leonardo da Vinci çok yönlü bir sanatçıydı. Yalnızca bir sanatçı değil, aynı zamanda bir bilim adamı ve mucitti.
Milano'da onun buluşlarının bir örneklerinin sergilendiği devasa bir sergiyi gezmiştim ve ağırlıklı olarak savaş aletlerinin bulunduğu bu çalışmalar beni hayran bırakmıştı.
2012 yılında İstanbul'da The Great Masters isimli sergiyi gezmiş ve ilk defa burada Rönesans'ın üç büyük sanatçısı Leonardo da Vinci, Michelangelo ve Rafaello'nun eserlerinin kopyalarını görme şansı bulmuştum.
Yukarıdaki resimde bu sergide yer alan, Leonardo da Vinci'ye ait bir tasarımı görmektesiniz. Açıklamasında, Leonardo'nun bu köprüyü İstanbul'daki Haliç için tasarladığı ve bu önerisini dönemin Osmanlı padişahı Sultan 2. Beyazıd'a bir mektupla ilettiği, ancak bunun kabul edilmediği belirtilmekteydi. Leonardo'nun tasarımı olan köprü 2001 yılında Norveç'te inşa edilmiştir.
Leonardo da Vinci çok yönlü bir sanatçıydı. Yalnızca bir sanatçı değil, aynı zamanda bir bilim adamı ve mucitti.
Milano'da onun buluşlarının bir örneklerinin sergilendiği devasa bir sergiyi gezmiştim ve ağırlıklı olarak savaş aletlerinin bulunduğu bu çalışmalar beni hayran bırakmıştı.
2012 yılında İstanbul'da The Great Masters isimli sergiyi gezmiş ve ilk defa burada Rönesans'ın üç büyük sanatçısı Leonardo da Vinci, Michelangelo ve Rafaello'nun eserlerinin kopyalarını görme şansı bulmuştum.
Yukarıdaki resimde bu sergide yer alan, Leonardo da Vinci'ye ait bir tasarımı görmektesiniz. Açıklamasında, Leonardo'nun bu köprüyü İstanbul'daki Haliç için tasarladığı ve bu önerisini dönemin Osmanlı padişahı Sultan 2. Beyazıd'a bir mektupla ilettiği, ancak bunun kabul edilmediği belirtilmekteydi. Leonardo'nun tasarımı olan köprü 2001 yılında Norveç'te inşa edilmiştir.
Elbette Rönesans yukarıda sayılan dört sanatçıdan ibaret değildir, bu dönemde birçok eser verilmiştir. Rönesans ressamları incelendiğinde Bellini ailesi, bizim için ayrı bir önem arz etmektedir.
Venedikli ressam Jacopo Bellini'nin oğlu Gentile Bellini İstanbul'a gelerek Fatih Sultan Mehmet'in portresini çizmiştir. Yukarıdaki resimde görmüş olduğunuz bu tablo günümüzde Londra'da bir müzede bulunmaktadır.
Rönesans dönemi sanatta olduğu gibi edebiyat alanında da ses getiren yapıtlara sahne olarak, bu alanda da büyük isimlerin doğmasını sağlamıştır. İngiltere'de Shakespeare, Fransa'da Montaigne, İspanya'da Cervantes içlerinde en meşhur olanlarıdır.
Venedikli ressam Jacopo Bellini'nin oğlu Gentile Bellini İstanbul'a gelerek Fatih Sultan Mehmet'in portresini çizmiştir. Yukarıdaki resimde görmüş olduğunuz bu tablo günümüzde Londra'da bir müzede bulunmaktadır.
Rönesans dönemi sanatta olduğu gibi edebiyat alanında da ses getiren yapıtlara sahne olarak, bu alanda da büyük isimlerin doğmasını sağlamıştır. İngiltere'de Shakespeare, Fransa'da Montaigne, İspanya'da Cervantes içlerinde en meşhur olanlarıdır.
Shakespeare'in oyunları yüzyıllardır hala sergilenmekte ve aynı merakla izlenmektedir. Burada, yeri gelmişken, Shakespeare'in dizelerine yer vermek isterim;
Bazen
Yıldızları süpürürsün farkında olmadan
Güneş kucağındadır, bilemezsin
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür
Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın
Uçar gider, koşsan da tutamazsın
Elbette edebiyatın geniş kesimlere yayılmasında modern anlamda matbaayı icat eden Johannes Gutenberg'in etkisini unutmamak gerekir.
Gutenberg'ten önce eserler ya elle çoğaltılıyor ya da belirli bir kitap için önceden hazırlanan blok baskı kalıpları kullanılarak bu kitap çoğaltılıyordu. Bu, Çin'de yüzyıllardır kullanılan bir teknikti. Gutenberg'in matbaası harflerin yerlerinin değiştirilerek birçok eserin basılmasında kullanılmasını sağlıyordu. Bu bir devrimdi. Bu buluş sayesinde kitaba ulaşmak kolaylaştı. Bilgi daha geniş alanlara yayıldı.
Gutenberg'ten önce eserler ya elle çoğaltılıyor ya da belirli bir kitap için önceden hazırlanan blok baskı kalıpları kullanılarak bu kitap çoğaltılıyordu. Bu, Çin'de yüzyıllardır kullanılan bir teknikti. Gutenberg'in matbaası harflerin yerlerinin değiştirilerek birçok eserin basılmasında kullanılmasını sağlıyordu. Bu bir devrimdi. Bu buluş sayesinde kitaba ulaşmak kolaylaştı. Bilgi daha geniş alanlara yayıldı.
Geçtiğimiz yıl Almanya'da Almanca kursuna katılmıştım ve kursta Gutenberg'in buluşunu anlatan bir okuma parçasını inceliyorduk. Parçanın sonunda doğru-yanlış testi vardı. Bu testte yer alan cümlelerden biri şuydu, "Matbaa Gutenberg tarafından bulunmuştur". Sınıfta herkes doğru derken, Çinli bir arkadaş yanlış dedi, matbaa Çinliler tarafından bulunmuştur. Kitaba göre yanlış cevap vermişti ama aslında haksız da sayılmazdı. Matbaayı ilk keşfeden Çinliler iken, onu geliştiren ise Johannes Gutenberg olmuştur.
Rönesans'ın doğuşu ile ilgili olarak, Avrupa'nın Antik Yunan filozoflarının eserlerini çevirilmesi, Antik Yunan sanatının izinden gidilmesinden bahsedilir.
İşin ilginç yanı, Avrupalılar Rönesans'ın ilhamı olan Antik Yunan eserlerini Yunanca'dan değil, Arapça'dan çevirmişlerdi. Zira; İslam'ın doğduğu ilk yıllarda cehalete karşı savaş açılmış, bilim hedef edinilmiş ve Antik Yunan filozoflarının eserleri incelenmiş, Arapça'ya çevrilmişti. Dolayısıyla Müslümanlar bunları daha evvelden fark etmişti.
Peki o günden bu günlere nasıl gelindi? Nasıl İslam ülkeleri bir cehalet yuvası haline geldi? Her şeyden geçtim, nasıl kendi kutsal kitabını dahi okumaktan aciz insanlar olduk?
Avrupa'da Rönesansa paralel olarak dinde Reform hareketleri meydana gelmişti. Bu kapsamda, o güne kadar Latince olarak basılan ve halk tarafından okunamayan İncil, Reform hareketlerinin öncüsü olan Alman Martin Luther tarafından ilk kez Almanca olarak basılmıştı. Böylece insanlar kendi kutsal kitaplarını kendi dillerinde okuyup anlayabildiler ve din adamlarının yalanlarından kurtuldular.
Mustafa Kemal Atatürk de Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır vasıtasıyla Kuran'ın Türkçe'ye çevirilmesini sağlamıştı. Fakat insanlar hala okumamakta ısrar ediyorlar. Oysa Kuran'ın kutsallığı Arapça olmasından kaynaklanmıyor. Babaanneme Kuran'ın Arapçasını okuduğumda ağlardı, Türkçe okuduğumda ise sıkılıp uyurdu :)
Müslüman coğrafyasından hiç eksilmeyen savaşlardan, dışarıdan ahlaklı görünen ama kendi içinde ahlaksız insanlardan, cehaletten kurtulmak için اِقْرَأْ, yani "Oku".
Evet, ne yazık ki coşkuyla başladığım yazıyı hüzünle bitiriyorum ama ne yapayım, ben duygusal bir insanım :)
Bir gün daha güzel bir ülkeye uyanmak ümidiyle...
Rönesans'ın doğuşu ile ilgili olarak, Avrupa'nın Antik Yunan filozoflarının eserlerini çevirilmesi, Antik Yunan sanatının izinden gidilmesinden bahsedilir.
İşin ilginç yanı, Avrupalılar Rönesans'ın ilhamı olan Antik Yunan eserlerini Yunanca'dan değil, Arapça'dan çevirmişlerdi. Zira; İslam'ın doğduğu ilk yıllarda cehalete karşı savaş açılmış, bilim hedef edinilmiş ve Antik Yunan filozoflarının eserleri incelenmiş, Arapça'ya çevrilmişti. Dolayısıyla Müslümanlar bunları daha evvelden fark etmişti.
Peki o günden bu günlere nasıl gelindi? Nasıl İslam ülkeleri bir cehalet yuvası haline geldi? Her şeyden geçtim, nasıl kendi kutsal kitabını dahi okumaktan aciz insanlar olduk?
Avrupa'da Rönesansa paralel olarak dinde Reform hareketleri meydana gelmişti. Bu kapsamda, o güne kadar Latince olarak basılan ve halk tarafından okunamayan İncil, Reform hareketlerinin öncüsü olan Alman Martin Luther tarafından ilk kez Almanca olarak basılmıştı. Böylece insanlar kendi kutsal kitaplarını kendi dillerinde okuyup anlayabildiler ve din adamlarının yalanlarından kurtuldular.
Mustafa Kemal Atatürk de Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır vasıtasıyla Kuran'ın Türkçe'ye çevirilmesini sağlamıştı. Fakat insanlar hala okumamakta ısrar ediyorlar. Oysa Kuran'ın kutsallığı Arapça olmasından kaynaklanmıyor. Babaanneme Kuran'ın Arapçasını okuduğumda ağlardı, Türkçe okuduğumda ise sıkılıp uyurdu :)
Müslüman coğrafyasından hiç eksilmeyen savaşlardan, dışarıdan ahlaklı görünen ama kendi içinde ahlaksız insanlardan, cehaletten kurtulmak için اِقْرَأْ, yani "Oku".
Bir gün daha güzel bir ülkeye uyanmak ümidiyle...
Yorumlar
Yorum Gönder